Çalışkandırlar, hayatlarını yaylalarda sürdürmek ve daha rahat yaşamak için ihtiyaç duydukları şeyleri kendileri üretmek zorundadırlar. Bu yüzden her Yörük obası aslında bir tür entegre fabrika gibi çalışır. Peynir, yağ, yoğurt yaparlar, koyunlarından yün elde ederler, bu yün ile kilim, halı, çadır çulu, pantolonluk kumaş dokurlar, kazak, eldiven, çorap gibi giysiler örerler, deriyi işler, post, çarık, çanta, ayran tuluğu yaparlar. Kısacası her Yörük obası bağımsız bir ekonomik birimdir.
Keçe
Yörük ananesinde başlıca geçim kaynağı küçükbaş hayvancılıktır. Tabii bundan dolayı Yörükler, küçükbaş hayvanların etinden, sütünden, yününden birçok yoldan faydalanmışlar vakti zamanında. Yününü kullanmışlar kullanmasına da neler yapmışlar?
Keçe dediğimiz eğirmeler yapılmış. Açıklamak gerekirse, keçe, koyun yününden yapılır. Keçe çeşitleri de şöyle sıralanabilir: Yer halısı olarak kullanılan keçe, çobanların giydiği kepenek dediğimiz keçe, at ve eşek semerine konulan keçe, başa giyilen külah olacak keçe, çadır yapılacak keçe…
Peki nasıl yapılır bu keçe? Yukarıda dediğimiz koyun yünü, halat ile kabartılıp hangi tür keçe yapılacak ise, yani keçenin cinsine göre düz bir zemine, yere serilir. Üzerine sabunlu su serpilir. Yuvarlanarak yumruklanır daha sonra diz ve ayak ile üzerinde tepelenir, uzun ve yorucu bir uğraştan sonra yünümüz, keçe haline getirilir.
Dokumacılık
Dokumacılık çok eski sanatlardan biridir. İlk insanlar vücutlarını dış etkenlerden korumak için hayvan derilerini kullanmışlardır. Önce hayvan postları ve deriyle, daha sonrada bitki sap ve lifleriyle dokuma yapmayı öğrenmişlerdir. Bitki saplarıyla başlayan dokumacılık, yün ve pamuktan dokumalarla günümüze kadar gelmiştir. Gerçekten de dokumacılık, insanların üzerinde çalıştıkları en eski işlerden birisidir. Yörükler de bu sanatta oldukça ilerlemişlerdir.
Elde edilen lifler uzun olmadığından dokumaya elverişli olmuyordu. Bitkisel veya hayvansal liflerin birbirine eklenerek iplik yapılması, istenilen uzunlukta dokumalar yapma olanağı vermesi bakımından önemli bir buluş olmuştur.
Kirkitli dokumaları bulan ve geliştirenler Türklerdir. Halı ve diğer kirkitli (kilim-cicim-sumak-zili) dokumalar, Türklerin Orta Asya’dan göç etmesiyle dünyaya yayılmıştır. İnsanların, konutların döşenmesinde örtü ve yaygı gereksinimlerini karşılamak amacıyla yün ipliklerini birbiri arasından bir alt bir üst geçirerek ilk önce kilim yaptıkları, sonradan da bu ipliklerin arasına kısa yün ipliklerini düğümleyerek halıyı buldukları sanılmaktadır. Geleneksel Türk El Sanatları, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihinden gelen çeşitli uygarlıkların kültür mirasıyla, kendi öz değerlerini birleştirerek zengin bir mozaik oluşturmuştur. Dokumacılık Anadolu’da çok eskiden beri yapıla gelen, çoğu yörede geçim kaynağı olmuş ve olmaya devam eden bir el sanatıdır.
Kilim, cicim, zili ve sumak dokumalar bu güne kadar, dağınık olarak Türkiye’nin hemen her yerinde dokunmuş ve dokunmaktadır. Türkiye’nin doğal koşullarının değişik ve tarih boyunca çeşitli kültürlere yuva olmasından dolayı bu dokumalar, teknikleri ve desenleri bakımından çok çeşitlidir. Ancak bölge özellikleri göstermekte ve geleneksel olarak yapıldıkları için bilhassa desen bakımından çok az değişmektedirler. Dokunan halı ve kilimler bir anlamda dokuyan kadının mesajlarını ve içinde bulunduğu, ruh halini, özlemlerini, dileklerini ve içinde bulunduğu koşulları ifade eder. Bu halı, kilim, heybe, vb. dokuma örnekleri dokuyanların beklentilerini, ruhsal durumlarını, özlemlerini, acılarını, inançlarını, anılarını kısacası bütün yaşamlarını yansıtan sembolik mesajlarla doludur. Anadolu’da yapılan dokumalar desen ve motif özelliklerine göre Türk, Yörük, Türkmen, gibi isimlerle adlandırılır.
Mektep medrese görmemiş göçebe Türk kızlarının ibda edercesine meydana getirdikleri motiflerle müzeyyen halı ve kilimler, yükte hafiftir, ancak bir çuvalı doldurur. Fakat en modern bir şehirdeki, en mutena bir salonu ziynetlendirecek vasıfta sanat değerindedir. Diğer dokumaları, motifli (yanışlı) çuvallan, süslü keçeleri, süslü çadırlarıyla azıcık eşya içinde büyük bir maddi kültürü, ücra dağ başlarında, umulmadık yerlerde büyük bir manevi kültürü temsil ederler.
Dokumaya Hazırlık
Yörükler en çok keçi besler. Keçi, koyunun tersine ayakta kırkılır. Baş ve arka ayağının birinden yukarıdan bağlanan ipi ikinci bir kişi tutar. Kuyruk üstünden boyuna doğru sağ taraftan karın altına doğru kırkım işlemi sürdürülür. Mahir bir kişi günde 100 keçiyi kırkabilir. Her keçiden yarım ila bir kilogramlık kıl almak mümkündür.
Koyunun kırkımı boyundan başlar yukarı doğru, keçinin kırkımı sırttan başlayıp aşağı doğru devam eder. Koyunun aşağıdan yukarı kırkımını gerektiren sebep yünün bütün olarak çıkartılabilmesi içindir. Sürü kırkımlarında kırkan şahsa para verilmez. Sürü sahipleri birbirleriyle yardımlaşır. Her kırkımda bir koyunun kesilerek yenilmesi adettir.
Kırklık
Koyun yünü veya keçi kılının kesilmesinde kullanılan makas özelliğinde bir alet. Portatif iki bıçaktan oluşuyor, sağ el sabit kırklığı tutuyor, sol el yarım hareketle bıçağı bırakırken sağ el bıçağı hayvanın kılına sokuyor, sol el tekrar bıçağı iki ucundan ve üstten sıkmak suretiyle kesme işlemi gerçekleştiriliyor.
Özemenin Hazırlanışı
Kıl tarakta tel haline getirilen kıllar, Sarıkeçili Yörüklerinde hemen, Mut’un daha önce yerleşik Yörüklerince de ikici defa yay (İlahat) da atılıyor. Yapışkan olsun diye üzerine su serpiliyor. Yığın haline getirilen malzeme, sol el önce, malzemenin bir ucundan tutulup baş ve işaret parmağı yuvarlak şekle getirilerek arasından kıl sağ elle çekiliyor. Uzatılan malzeme oklava ile birbirine sarılarak yumak yapılıyor.
Çarpana
Kare biçiminde birkaç tahtacıktan ya da kalın meşinden yapılan çarpananın köşelerine birer delik delinir. Dokunacak yassı ipin enine göre kare parça çoğaltılır. Bu karelerden biri aşağı biri yukarı çekilerek argacın geçeceği durum ortaya çıkarılır. Kılıç denilen tarakla argaç sıkıştırılarak istenilen yassı ip dokunmuş olur. Kare parçalar biri birine çarpıla çarpıla çalıştığı için bu adı almıştır.
Çarpanada dokunan ipler öncelikle devenin havudunu, eşeğin palanını, atın eğerini hayvana bağlamada kullanılır. Böyle olunca hayvanın canı acımaz, Bundan başka kadınların bellerine kuşandıkları kemerler de çeşit çeşit renkte olmak üzere çarpana da dokunur. Buna olukma adı verilir. Yassı, oluk gibi olduğu için bu adı almıştır.
Istar
Her türlü dokumanın yapıldığı tezgaha ıstar adı verilmiştir. 5 dakikada sökülür, aynı sürede de monte edilebilir. Taşıma için hayvan sırtına yüklendiğinde dengeli durabilecek biçimde 4 parçadan oluşmuştur.
Istar Tarağı
Şimşir, dişbudak veya armut ağacından yapılır. Tarağın dişleri en az dokuz adet olur. Elips şeklindeki tarak kısmı 4 cm boyundadır. Her tarak arasının mesafesi de 1 cm olur. Ağırlığı 500 gram, eni 3 cm, boyu 6 cm ebadındadır. Kıvrımlı kulp kısmı işaret ve baş parmaklar arasına gelir. Bundaki amaç ıstarın her kalkışına parmak üstünden destek sağlamaktır. Sap kısmını müteakiple pürüzsüz, düz kısmın tarağa bağlı ucu 30 derece öne çıkıntılıdır. Bu çıkıntı tarağın kullanılışında elin teraziye gelmesini önlemektedir.
Kirmen (Eğirtmeç)
İçbükey, 2 cm enli, 18 cm uzunluğunda iki ağaç parçasından oluşur. Meşe, şimşir, dişbudak ağaçlarının kirmen yapımında kullanılması tercih edilmektedir. İki kanatın ortası deliktir.
Kanatlardan biri diğer kanatın içinden geçebileceği kadar oyulmuştur. İçi oyulmuş kanata “kancık”, diğerine de “erkek” eğirtmeç kanadı denir. Kanatların ortasında açılmış olan delikten geçen ince çubuğa da eğirtmecin oku denilir. Okun uç kısmında hafif bir şişkinlik bırakılmıştır. Bu kısma da eğirtmecin “kertiği” denilir. Okun ortasında da bir çıkıntı vardır. Buradaki çıkıntı kanatları oktan aşağıya bırakmamak için yapılmıştır. Ok, ucunda eğrilecek ipi sabit tutarken, kullanış pratikliği için portatif olan kirmenin kanatlarını da aynı pozisyonda tutabilmeğe yarar.
Eğrilmek üzere kıvrım halinde kolda bulundurulan yün veya kıla “özeme” denilir. Özemeden elle çekilen parçalara da “süğüm” denilir. Kirmende özemenin eğrilmesi için süğüm kertiğe bir tur dolanır.
Dokumalar
Konar göçer hayatta, akşam konaklanarak sabah yürümek topoğrafik nedenlerle taşıma araçları at, deve ve eşekle sınırlanmıştır. Dolayısı ile tüm eşya ve ihtiyaç bu duruma uygun biçimde doğup gelişmiştir. Eşyanın hammaddesi, yaşantının sürdüğü tabiat şeridi üstündeki bitki, hayvan ve diğer doğal maddelere bağımlı kalmaktadır.
Keyfiye (Poçu)
Bilinen sebeplerden dolayı ecdadımız Orta Asya’da Mohan bölgesi ve Merv’den Anadolu’ya göçü başlattıklarında yolda önceden gidenleri tanıyabilmeleri için bir alamet-i farika olması gerektiğini düşünür. Aksallılar birbirinin yanına yaklaşmadan tanıyabilmeleri için bir yaz günü çadırlarında oturup konuyu görüşürken hafiften bir yaz yağmuru yağıyor ve biraz sonra diniyor. Yaz yağmurlarından hemen sonra o gökte bir alem-i sema (Semadaki Alem) gökkuşağı oluşuyor ve yaşlı ak sakallılarımızdan birisi bunu fark ediyor. İşte parolamız bu renklerden oluşsun” diyor. Çadırlarda bulunan aksakallılar da kabul ediyor. Gökkuşağında bulunan renklerden kumaşlar dokuyarak her rengin mana ve muhtevasını açıklıyor.
Beyaz: Duruluğu, tazeliği temizliği ifade etsin.
Yeşil: İmanızı, muradımızı ve İslam’ı temsil etsin.
Mor: Hoşgörülü, affediciliği ve sevgiyi umudu temsil etsin.
Kırmızı: Bayrağımızın rengini ifade etsin.
Sarı: İşi, bolluğu, bereketi buğday başağı temsil etsin.
300 yıl süren göç müddetince birbirlerini omuzlarına örttükleri bu renkte yapılan keyfiyeden tanıyan kardaşlar, karşılama ve buluşmadan haz duydukları için birbirlerini tanımaya vesile olan parolaya Keyfiye diyorlar.
Alaçuval
Ev eşyalarının korunması ve taşınmasında kullanılan ala çuval, genç kızların çeyiz eşyası arasında baş sıralarda gelir. Alaçuvalların içine giyecek eşyaları konur. Bir nevi genç kızların çeyiz sandığıdır. Çok zengin bir renk ve motif hazinesi halindeki ala çuvallar için gerek motif gerekse renk uyumu yönünden, Türk kadınının iç dünyasına açılan penceresi diyebiliriz. Çadırların genellikle sağ köşesine konulur. Üzeri açık bırakılır. Çadıra girişte rengarenk yanışlar bir tablo gibi insanı kendine cezbeder. Renkler ve motifler cıvıl cıvıl ötüşür, sıcak bir sevgi sarar ruhu, her yanış bir duyguyu fısıldar, sükunet, haz, aşk, dostluktur bu. Bir sıra yanış sizleri nazardan korumak için, bir sıra yanış sihirden korumak, biri güçlülüğünüze, biri sevdiğinize kavuşmaya hep dua edecektir.
Kilim tekniği ile dokunur, eni 70 cm boyu 200 cm’dir. Bu mesafenin 100 cm’i yanışlı kalan kısmı yanışsız dokunmuştur. İki kenarına dikilen “kolon”lar deve sırtına yüklenmesinde kolaylık sağlar. Aynı kolanın uzantılarıyla da çuvalın ağzı bağlanır. Çadır içine yanışlı kısmı gözükecek şekilde dizilir. Renk renk yanışlarla bu çuvallar çadır içine estetik bir görüntü verir. Dahası, oturanlar sırtını bu çuvala yaslar. Bütün bu özellikleri, dokuma türleri içinde en fazla itinanın sanat gücünün alaçuvallara gösterildiğini açıklamaktadır.
Alaçuvallar üzerinde görülen yanışlar, bütün Sarıkeçili aileleri ile diğer yerleşik Yörükler arasında da bir benzerlik göstermektedir. Mesela Mut’ta yerleşik Köselerli, Ceritler, Tekeli, Bozdoğan, Hacıahmetli, Elbeyli (İlbeyli) Menemenci ve Bahşiş’lerde de aynı yanışlar kullanılmıştır.
Alaçuval üzerindeki bütün yanışlar bantlar halinde enine uzanmıştır. Sağ üst köşede kısa bir parça halinde “gelin çatlatan” yanışı vardır. Hemen üstünde düz bir çizgi halinde “çubuk” yanışı bulunur. Sade renkli çubuklar arasında görülen renkli yanışın adı “Karagöz”dür. Üst üste getirilmiş iki büyük yanışın adı “Heykel”, heykel yanışı bütün alaçuvallarında görülür. Başka hiç bir dokuma türünde bu yanışı görmek mümkün değildir. Gerek İslamiyette gerekse Türklerde heykel kullanılmaz. Nereden Türk dokumalarına girdiğini bilemiyoruz. Halk arasında şöyle bir söz var: “Heykel yanışı dokuyacağıma, heykire heykire (hıçkıra hıçkıra) davar gütseydim de heykel dokumasaydım”. Bu ifade, söz konusu yanışın ne kadar zor yapıldığını gösteriyor.
Heykel yanışının üstünde yine çubuklar ve Karagöz yanışı görülüyor. İkinci ana yanışın adı “Kıvrımlı”. Bu yanışın içine “sındı gulpu” (sındı: Makas) yanışı yerleştirilmiş. Hemen üstünde yine “Heykel” ve en üstte “Turuç” denilen bir başka yanış ile Alaçuval dokuması tamamlanmıştır.
Alaçuvalların üzerindeki yanışlardan sadece isim olarak bahsetmekle yetinelim: “Boncukhı”, “Tazı kuyruğu”, “Eğrice”, “Koca Yanış”, “San yanış”, “Sığır sidiği”, “Kilim ayağı”, “Köpen yanışı”, “Aklı yanış”, “Maya gözü”, ve “Aslan ağzı”.
Kıl Çuval
Alaçuvallar genellikle giyeceklerin korunma ve saklanmasında kullanılırken kıl çuvallan tahıl, yiyecek gibi eşyanın taşınması ve konulmasında kullanılır. Atkılığı ve çözgülüğü kıldan oluşur. Üzerine esasen (yanış) konulmaz. Çözgülüğe belli tin’lerle konulacak renk çoğunlukla beyaz olur ve dikine bantlar halinde uzanır. Aynı şekilde argaçta da renkli ip kullanılırsa yatık bant halinde uzanır. Eğer yanış kullanılacaksa basit olduğu için bıtırak, sinek, meneğ, şakka yanışları tercih edilir. Kıl çuvalların daha büyük tipleri de dokunmaktadır. Bu tür çuvallar da saman taşımada kullanılır. Adına da “Harar” denilir.
Un Çuvalı
Un çuvallarının kıl çuvalların aksine atkılığı ve çözgülüğü yün veya pamuktur. İçine yiyecek maddeleri konulan bu çuvallar, deve veya eşeğe yüklenerek taşımada da kullanılır. Bu özellik dolayısıyla sağlam ve gösterişli çuval kullanmaya özen gösterilir. Yaylaya çıkıldığında çuvalın altına yassı bir taş, üzerine de yük çulu dediğimiz bir örtü konulur. Çadır içinde un çuvallarını yeri giriş kısmının soludur. Yere serili kilim üzerine konulan minderlere oturulduğunda çuvallar yaslanmak için de kullanılmaktadır. Yüklemede çuvalı kaldırmaya yardımcı olmak veya bir yerden bir yere taşımak için çuval kenarlarına kulp adı verilen kolan dikilmiştir. Kulpların uzantısı da çuvalın ağzının bağlanmasında kullanılabilir.
Un çuvallarının kendine özgü bir yanış yoktur denilebilir. Diğer dokuma türlerinde olduğu gibi belli bir kalıp dahilinde yanışlar tekrar edilmeyebilir. Çoğunlukla basit ve küçük ebatlı yanışlar tercih edilir. Bıtırak, sinek, şakka, meneğ, sığır sidiği yanışlarını çuval üzerine serpiştirilmiş halde her zaman görmek mümkündür.
Çul
Yörüklerde ev sergisi olarak çul yerine kilim kullanma geleneği zayıftır. Yer döşemesinde keçe kullanıldığını belirtmiştik. Buna rağmen sergi için veya eşya örtüsü için her aile birden fazla çula sahiptir.
Somat
Üzerinde leğen içinde hamur yoğrulur. Saçta pişirilen ekmekler arasına konarak kuruması önlenir. Kurumuş ekmekler elle sulanıp arasına konarak yumuşaması sağlanır ve nihayet yemekler üzerinde yenilir. Türklerin misafiri sevmeleri ve en leziz yemekleri ile sofra dizmeleri geleneği dikkate alınırsa sofra için dokunan eşyaya da aynı itinanın gösterilmesi normaldir.
Seccade
İslamiyet’in kabulünden sonra Türk dokuma türleri arasına giren seccadeler, “farda” tekniği ile dokunur. Yani iki yüzü de aynı görüntülüdür. Genellikle “farda” ve “saksağan” yanışlarını kullanmak tercih edilmiştir.
Heybe
Çobanların içinde yiyecek taşıması, alışveriş merkezlerinden karşılanan ihtiyaçların eve getirilmesi, yerleşim yerine uzak olan pınarlardan alınıp kaplara konulan suyun taşınması gibi pek çok fonksiyonu olan heybeler, bütün Yörüklerde vazgeçilmez bir dokuma türüdür.
Bazılarının ortası yarıktır. Yarık kısmı eşek, at veya devenin semerinin kaşına takılır. Bazı heybelerin bir başka özelliği de hayvanın silkelenmesiyle içindeki eşyaların dökülmemesi için kendinden kitlenebilen bir tertibat konulmasıdır.
Netice
Dokuma sanatı usta-çırak ilişkisi içinde gelişmektedir. Bu durum yanışları bir kalıp halinde hafızalara yerleştirmek suretiyle zamandan kazanmak için gereklidir. Bilinmeyen bir yanışı dokumalarında kullanmazlar. Davarın sağımı, kırkımı, döl alımı, çadırın sökülüp kurulması, yiyecek hazırlama hatta davar otlatma gibi bütün günü meşgul geçen Sarıkeçili kadını bilmediği bir yanışı dokumasına yerleştirmek için zaman bulamaz.