GİRİŞ
Sakarya Meydan Muharebesi’nde, Yunan taarruzlarının bütün cephe boyunca geri püskürtüldüğü 26-27 Ağustos 1921 tarihi ile Büyük Türk Taarruzu’nun başladığı tarih olan 26 Ağustos 1922 arasında tam bir yıllık zaman vardır. Bu dönem iç ve dış politik olaylar bakımından çok hareketli, harp harekâtı bakımından ise çok sakin geçmiştir.
Düşmanların, düşman güçlerin, kendi çıkarlarını düşünmeleri doğaldır. Acı olan, düşündürücü olan, içteki hainlerin, işbirlikçilerin varlığıdır. Böylesine acıların örneklerini her ulusun tarihinde bulmak olanaklıdır. Türk ulusu da bu hainlikleri yaşamış, görmüş; bu hainliklerden çok çek¬miştir. Bu hainlikler, ulusların zor günlerinde sıkça görülen örneklerdir. “Büyük Taarruz” öncesi günlerde dış düşmanların içerdeki iş birlikçileri, hainler, uyduluğunu yaptıktan düşmanlardan geri kalmamışlar, Mecliste, Kamuoyunda Gazi Mustafa Kemal’i Anadolu Ulusal Eylemi’ni şaşırtmak, çökertmek, yolundan saptırmak için olanca güçleriyle çalışmışlardır1.
Başkomutan Mustafa Kemal, hayatının en sıkıntılı dönemlerinden birisini de Sakarya’da başarı kazandıktan sonra yaşamış olsa gerekir. Sakarya Zaferi onu kendi ülkesinde şereflerin en üstünü olan Gazi ve Mareşallik gibi her faninin ulaşamayacağı rütbelere ulaştırdı. Ama ne var ki Sa¬karya da gösterilen başarılar çabuk unutulmuştu. Meclis gene kaynıyordu. Mecliste, Ordu’nun taarruz edemeyeceği görüşü kuvvetlenmişti. İngilizlerin yumuşaması sonucu Anadolu’yu boşaltma konuları görüşülebilir, İstan¬bul’la birleşme sağlanır ve Mustafa Kemal Paşa’dan kurtulunabilir haya¬lindeki hainler Meclis’te, Malta’dan gelen sürgünlerinde katılmalarıyla oldukça kuvvetli bir muhalefet oluşturmuşlardı. Bu sürede, Mustafa Kemal, düşman kadar Meclis ve komutanlar ile de uğraşmak zorunda kalacaktı.
Meclis’te bunlar olurken, İstanbul’da da Padişahçı basın, başta “Peyami Sabah” gazetesi olmak üzere Anadolu Ulusal Eylemi’ni kötülemekten, düşmanların Türkleri aşağılayıcı sözlerini yayınlamaktan, halkı Mustafa Kemal’e karşı kışkırtmaktan çekinmemiştir2.
Barışı herkesten daha çok samimiyetle isteyen Mustafa Kemal, Sakarya Muharebesi bitiminde on günlük bir hazırlıktan sonra Yunan Ordusu’na taarruz ederek kesin sonuç almak üzere gerekli emirleri vermişti. Fakat, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın haklı direnmesi ve Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat cephede yaptığı incelemeler sonucunda taarruz teşebbüsü geri bırakıldı. On günlük değil, bir aylık hazırlık da yetmeyince, 1921 Sonbaharında ve bütün kış boyu yapılan çalışmalara rağmen, 1922 İlkbaharında bile taarruza geçilemedi3.
Bir yıl süren, yokluklar içerisinde geçen, uzun yıpratıcı ve yorucu büyük çabalar sonucu Türk Ordusu taarruza hazırlandı. Kurtuluş Savaşı’nın bu son safhasında baskın tarzında başlatılan taarruzla General Ali Fuat Erden’e göre “Motorsuz Yıldırım Harbi” yapılarak 30 Ağustos 1922’de Yunan ordusu’nun büyük kısmı yok edildi ve Türk Ordusu 9 Eylül’de İzmir’e girdi. Taarruz Harekâtı iki haftada bitirilmiş, Ordu 15 gün içinde muharebe ede ede 400 km.lik mesafeyi katetmiştir.
Her evresi ile düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve utkuyla sonuç¬landırılmış olan bu savaşlar, Türk Ordusu’nun, Türk Subaylarının ve Komutanlarının yüksek güçlerini ve yiğitliklerini tarihte bir daha saptayan ulu bir yapıttır.
Bu yapıt, Türk ulusunun özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz yapıtıdır4.
Tarihi olayların ana vasfı, zaman içinde daima bir akış ve hareket içinde bulunmasıdır. Yani tarihi olaylar daimi bir zincir gibi birbirini sebep-netice olarak takip ederler. Bir hadise kendisinden sonraki bir olayın sebebi, evvelki bir vakanın da neticesidir. Şu halde, tarihi olaylar sebep-netice zincirine bağlıdır. Bu düşünceden hareketle Büyük Zafer; Sakarya Muharebesi’nden sonraki gelişmelerden itibaren incelenmeye çalışılmıştır.BÜYÜK TAARRUZ ÖNCESİ DIŞ POLİTİKA
Sakarya Zaferi’nden sonra, şu veya bu suretle harbin bitmesi dileği şüphesiz bütün gönüllerde uyanacaktı. Bu dilek ortaya iki mesele çıkarıy¬ordu; Dış Politikanın ustalıkla yürütülerek barışın sağlanması, yada Ordu¬nun bir an önce taarruza geçirilmesi5.
Sakarya Muharebesi, Türkiye ve Yunanistan’ın iç politikalarını büyük ölçüde etkilemiş, dış ilişkilerde de yani siyasî gelişmelere yol açmıştır. Bu gelişmelerden önemli olanlar şunlardır:1. Kafkas Devletleri; Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ile yapılan Kars Andlaşması. (13 Ekim 1921)
2. Fransa ile yapılan Ankara Anlaşması. (20 Ekim 1921)
3. İstanbul’da İngilizlerle yapılan Esir Mübadele Anlaşması. (23 Ekim 1921)
4. Türkiye-Ukrayna Dostluk Anlaşması. (2 Ocak 1922)
5. İtilaf Devletlerinin Mütareke teklifi. (22 Mart 1922)
1. Kars Andlaşması. (13 Ekim 1921)616 Mart 1921 tarihli Moskova Andlaşması’nı tamamlayan siyasi bir belgedir. Türkiye’nin Doğu sınırlarını çizen Moskova Andlaşması’na Gürcistan ve Ermenistan katılmadığı için, bunlarla da ayrı andlaşmalar yapılması gerekiyordu. Nitekim Moskova Andlaşması’nın 15. maddesinde; Kafkas devletleri ile yapılacak andlaşmalara Rusya’nın da katılacağından ve Rusya’nın gerekli girişimlerde bulunmayı yüklendiğinden söz edilmiştir7.
Ortak sınırları bulunmayan Türkiye ve Azerbaycan, aralarında bir andlaşmaya bağlanacak herhangi bir konu olmadığı halde, Gürcistan ve Ermenistan’ın Türkiye ile çözülecek birçok sorunları vardı.
Moskova Andlaşması görüşmeleri başlamadan, Rus Dışişleri Komiser¬liği Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın da bu görüşmelere katılmalarını istemişti. Rusya’nın ısrarla savunduğu teklifi, tarafların çoğalması yüzünden, Moskova Andlaşması’nın sonuçsuz kalacağı endişesiyle Türkiye delegasyonu reddetmişti. Bu küçük devletlerin; özellikle sınır sorunlarında anlaşmazlık çıkarmalarından endişe edilmişti. Rusya anlayış gösterdiğin¬den Moskova’daki görüşmelere başlanılmış ve Türk-Rus Andlaşması imza-lanabilmiştir. Geriye bir mesele kalıyordu: Kafkas devletleri ile de bir andlaşma yaparak onlara Moskova Andlaşması’nın kendilerini ilgilendiren hükümlerini kabul ettirmek8. Bu da Kars Andlaşması ile sağlanmıştır.
Gürcistan Dışişleri Komiseri Swanidze, 30 Temmuz 1921’de Anka¬ra’ya Kafkas hükümetleriyle görüşmelerin başlatılmasını teklif etmişti. An¬kara’nın en buhranlı günleri yaşadığı, Türk Ordusu’nun Sakarya doğusu¬na çekildiği bir dönemde girişilen bu teşebbüsün gerçekleşmesi için Sakar¬ya zaferi beklenecekti. Görüldüğü gibi Kars Andlaşması Sakarya’dan önceki siyasi faaliyetlerin bir devamıdır.
26 Eylül 1921 akşamı Kazım Karabekir Paşa’nın başkanlığında Kars’ta başlayan konferansta Dışişleri Bakanlığı’nın Türk delegasyonuna verdiği talimat şöyleydi; “Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan Cumhuri¬yetlerinden herbiriyle aramızdaki sorunları çözmek, bunlardan kabul edi¬lenleri ayrı ayrı andlaşma şeklinde toplamak ve bu cumhuriyetlerden biri Moskova Andlaşması’nın kendisini ilgilendiren kısmını kabulden kaçınırsa, O zaman Rusya delegasyonunu sözünü yapmaya davet etmek” 9’10.
Türkiye’nin en çok önem verdiği konu sınırlar meselesi idi. Bu konu¬da özellikle Gürcistan’ın güçlük çıkartacağı tahmin ediliyordu. Batum, Ardahan ve Artvin’i tahliye eden Gürcü Menşevik Hükümeti idi. Halbuki şimdi, Gürcistan Bolşevik Hükümeti vardı. Türk Dışişleri, Gürcistan’ın sı¬nır sorununda başarısızlığa uğrayınca, Moskova Adlaşması’yla Türkiye’de kalan madenlerden yararlanma hakkını istemeye kalkışacağı endişesinde idi. Rusya’da Çoruh vadisindeki bakır madenini istiyordu. Gürcistan “Elviye-i Selâse” de arkeolojik araştırma, Ermenistan’da Kalp tuz madenlerin¬den yararlanma hakkını elde etmek istiyordu11. Bunlara karşılık Türk de¬legasyonu da Baku petrollerinden pay istiyordu.
Yakov Ganetsky tarafından temsil edilen Ruslar, konferansta Türklere ödün verici bir tutum izliyorlardı. Ganetsky, Türk-Rus dostluğunun öne¬mine değinerek bunun gelecekte de sürdürüleceğini tekrarlayıp dururken, Karabekir kendini tutamayarak, Enver Paşa’yla ortaklarının Batum’da ne¬den bekletildiklerini ve programlarının amacının, Kemalistler Sakarya sa¬vaşını kaybederlerse, Türkiye’de bir Sovyet yönetimi kurmak olup olmadı¬ğını sorunca Ganetsky, bu iğneleyici soruya cevap vermiyor; ama konfe¬rans boyunca Türklere karşı yumuşak davranıyordu.
Bir hayli çekişmeden sonra başta sınır meselesi olmak üzere herhangi bir taviz vermeden, hazırlanan andlaşma 13 Ekim 1921 tarihinde imzalan¬dı. Bu andlaşma ile Türkiye’nin doğusu güvenlik altına alınmış ve Ermeni meselesi kesin olarak kapanmıştır.
Kars Andlaşması’yla Kemalistler, Kafkaslardaki durumlarını sağlamlaştırıyor ve Misak-ı Milli’yi üç devlete daha kabul ettiriyorlardı, bu an¬dlaşma, Kemalist diplomasisi için büyük bir basan idi. öte yandan, bir zamanlar Batılı devletlerin koruyuculuğu altında bulunan bu Kafkas ülkele¬rinde, itilaf devletlerinin özellikle İngiltere’nin uyguladığı siyaset bütün bütün iflas ediyordu12.
Doğuda altı Türk vilayetini içeren bir Ermenistan’ın kurulması hayali sona ermiştir. Gerçi Gümrü Andlaşması’nın (3 Aralık 1920) üzerinden bir yıla yakın bir zaman geçmişti. Taşnak Hükümeti devrilmiş yerine Bolşevik idaresi kurulmuştu. Ermenistan’a zorla kabul ettirildiği gerekçesi ile, yeni hükümet Gümrü Andlaşması’nı tanımamak eğiliminde idi. Moskova Andlaşması böyle bir ihtimali az çok bertaraf ediyordu. Nihayet Kars Andlaşması bütün bu pürüzleri ayıklıyarak Türk-Ermeni barışının kurulmasını sağlamıştır.
Burada, Ermeni meseleleri üzerinde biraz durmak gerekir. Çünkü, Doğu Anadolu’da 1914-1920 yıllarında Türk-Ermeni mücadelesi sanıldı¬ğından daha çetin olmuş ve her iki taraf büyük kayıplara uğramış, çok acı çekmiştir.
Ermeni Meselesi iğimde Birinci Dünya Harbi’nin başlaması ile ağırlı¬ğını daha çok hissettirmiş ve 3 Aralık 1920 Gümrü Andlaşması’na kadar geçen zaman içinde Türk ve Ermeni halkları arasında kanlı olaylar cereyan etmiştir. Bu olaylar, Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya ile harbe tu¬tuşması üzerine sınır bölgelerindeki Ermenilerin Türklere karşı silâha sa¬rılmaları ve iç bölgelerdeki Ermenilerin Türk Ordusu’nun gerisini tehlike¬ye düşüren sabotajlara girişmeleri ile başlamıştır.
Durumun tehlikesi ve ciddiyeti karşısında, İttihat ve Terakki Hükümeti, bu sebeple, sert tedbirler almak zorunda kaldı ve 27 Mayıs 1915’de “Sefer zamanında hükümet icraatlarına karşı gelenler için askeri¬yece alınacak tedbirler hakkında” adlı geçici kanun çıkardı.
Tehcir, bu kanunun çıkarılmasından önce İçişleri Bakanı Talat Paşa hükümet karan almadan, doğrudan doğruya verdiği bir emir ile başlamış¬tı. Daha sonra, işe hukukî bir dayanak olmak üzere, hükümet tarafından yukarıdaki kanun yürürlüğe konmuştur.
Yüzbinlerce Ermeninin Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden Suriye ve Irak’a nakledilerek yerleştirilmeleri, başka bir meseleyi daha ortaya çıka¬rıyordu. Bu sorun tehcir edilen Ermenilerin malları ile ilgilidir. Hükümet, tehcire tabi tutulan Ermenilerin mallarının mahalli komisyonlar tarafından el konularak satılmasına ve Ermeniler tekrar döndüklerinde, mal bedelleri¬nin sahiplerine iade edilmesine dair kararlar aldı. Fakat tatbikatta, ola¬ğanüstü durum ve kişisel çıkarlar nedeniyle büyük ölçüde suistimaller oldu. Yok pahasına kapatılan Ermeni malları ile yeni zenginler türedi, eski zenginlerin servetleri arttı. Büyük savaş Osmanlı Devleti’nin yenilgisi ile sonuçlanınca, Ermenilerin daha önce yoğun olarak bulundukları doğu ve güney bölgelerinin Türk halkı korkunç bir tehlike ile karşı karşıya kalıyor¬du. Halk, geri dönecek Ermenilerin intikam hırsı ile kendilerine yapacak¬ları zulümden korkarken, eşraf yanlız can değil, aynı zamanda mal kaygusuna da düşmüştü. Millî Mücadele başlangıcında, ilk Müdafa-i Hukuk te¬şekkülünün doğuda Erzurum’da kurulması ve ilk kongrenin (Erzurum Kongresi) burada yapılması bu mesele ile çok yakından ilgilidir13. 1916 yı¬lında Rus Ordusu ile beraber Erzincan’a kadar ilerleyen Ermeni Kuvvetle¬ri, 1918’de Kafkasya’ya doğru gelişen Türk taarruzları karşısında geri çe¬kilmiştir. 1919’da Ermeni Kuvvetleri tekrar Kars’a kadar olan bölgeyi işgal etmişler ve nihayet 1920 yılı Sonbahar taarruzunda Ermeni Ordusu, Türk Kuvvetleri karşısında bozguna uğrayarak Ermenistan’a çekilmişlerdir. Her seferinde silâhlı kuvvetlerle beraber ya Ermeni ya da Türk halkı göç etmeye mecbur kalmış ve göç etmeyenler karşı kuvvetler tarafından büyük ölçüde katliama uğramışlardır14.
Maraş, Antep ve Kilikya bölgelerinde de aynı dram tekrarlanmıştır. Fransız’lara karşı bu cephede Türk halkının gösterdiği çetin direnmede, Ermenilerin Fransız Ordusu ile beraber bulunmasının rolü büyüktür. Er¬meni kaynaklarına göre 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Andlaşması ile Kilikya’nın Fransızlar tarafından boşaltılması sırasında 120.000’den fazla Erme¬ni Suriye’ye kaçmış, 30.000 kadar Ermeni de Kıbrıs, Mısır ve İstanbul’a göç etmiştir. Doğu Anadolu’dan Ermenistan’a göç edenlerin sayısı ise, 300.000 den fazladır15.
3 Aralık 1920 tarihli Gümrü Andlaşması ile 13 Ekim 1921 Kars And¬laşması arasında 11 Mart 1921’de yapılan Londra Konferansı’nda İtilaf devletlerinin halâ Ermeni koruyuculuğu rolünü bırakmamış oldukları görünmektedir. Londra Konferansı’nda açıklama yapan Ermeni temsilcileri Gümrü Andlaşması’nın tehdit altında imzalandığı ve henüz tasdik edilmediğini ileri sürmüşlerdir. Ancak konferans sonunda Ermenistan hakkın¬da alınan karardan anlaşılacağı üzere, itilaf devletleri “Büyük Ermenistan” davasından ümitlerini kesmişlerdir. Şimdi “Ermenistan’a ait olan yükümlülükler; Türkiye Ermenilerinin Asya Türkiye’sinin doğu hududlarında bir milli ocak için haklarını tanımak ve Birleşmiş Milletlerin Erme¬nistan’ın nakli uygun ve doğru olacak bir yer hakkında vereceği karara uymak suretiyle yerine getirilebilir” gibi boş laflarla Ermenileri avutmak ve Ermeni hamiliğinden sıyrılmanın çarelerini aramaktadırlar16.
Ermeni meselesi, Lozan’da ebediyen tarihin derinliklerine gömülmüştür. Ancak, Lozan’a ulaşıncaya kadar birçok çetin safhalardan geçilmiş ve Kars Andlaşması bu safhaların sonucunu belirlemiştir.Ankara Antlaşması2. Ankara Anlaşması
Fransa’nın Türkiye politikasını zamanla değiştirdiğini ve Londra’da 11 Mart 1921 günü imzalanan Bekir Sami-Briand Anlaşması’nın Mustafa Ke¬mal Paşa tarafından kabul edilmemiş olmasına rağmen, Türk-Fransız har¬bi bu tarihten itibaren durmuştu. Londra Konferansı’ndan hemen sonra başlayan Yunan taarruzunun uğradığı başarısızlık ve genç Türk Ordusu’nun ikinci İnönü Zaferi, Fransa’nın takip ettiği Türkiye politikasının doğruluğu hakkındaki inancını kuvvetlendirmişti. Bundan sonra Fransa, Ankara ile anlaşma yapmak üzere teşebbüse geçti. Eski bakanlardan Franklin Bouillon, bu maksatla 9 Haziran 1921 günü Ankara’ya geldi. Türkiye-Fransa Anlaşması’na zemin hazırlayan görüşmeler, Nutuk’ta Atatürk’ün açıkladığı gibi17 kesin bir sonuca ulaşamadan yarıda kaldı. Sa¬karya Zaferi’nden sonra Fransa’nın tereddütleri tamamen ortadan kalktı¬ğından 20 Ekim 1921 günü Ankara’da Türkiye-Fransa Anlaşması imzala¬nabildi. Bu Anlaşma ile; savaşa son veriliyor, tutuklu ve savaş esirleri ser¬best bırakılıyor, her iki tarafın kuvvetleri daha önce belirlenen hatta çekili¬yordu. Tam bir genel af ilan ediliyor, İskenderun ve Antakya bölgesi için özel bir yönetim rejimi kuruluyordu. Sınır yeniden belirleniyor, Caber Kalesi Türk mülkü olarak kalıyordu.
Anlaşmanın imzalanması sırasında Türk Delegesi Yusuf Kemal Bey, Franklin Bouillon’a, İskenderun ve Antakya bölgesi halkına Türk bayrağı ihtiva eden özel bir bayrak kullanma hakkının verilmesini istedi ve bu is¬teği kabul edildi.
Bu anlaşma ile Birinci Dünya Savaşı öncesi kurulmuş bulunan İtilaf bloku parçalandı. Versay’da kendisini desteklemeyen ve Almanya’ya yu¬muşak davranan İngiltere’ye kızan Fransa, Türkiye konusunda İngiltere’ye oyun oynuyor ve tek başına hareket ediyordu. İngiltere bu anlaşmayı hay¬ret ve dehşet ile karşıladığını gizlemedi. Fransa Türkiye cephesinde 60-70 bin asker beslemek ve Türklerle savaşmaktan kurtuluyordu. Bu anlaşma yanlız Güney Doğu Anadolu için imzalamakla beraber, Fransa gibi büyük bir Avrupa devletinin Türkiye’yi ve Misak-ı Milli’yi resmen tanıması bakı¬mından çok önemliydi. Fransız desteğini yitirdikleri için Kilikya üzerinde¬ki Ermeni hayalleri yıkıldı.
Bu anlaşmanın Türkiye’ye siyasi yararlarının yanısıra, askeri bakım¬dan da büyük yaran oldu. Bu cephenin tasfiyesi ile Türkiye güneyini güvenceye aldı ve buradaki askerlerini Batı cephesine taşımak imkanı bul¬du. Fransızlar bölgeyi boşaltırken Türkiye’ye satış ve hibe yoluyla silah ve cephane bıraktılar.
Sömürge halklarının üzerinde de bu zaferin olumlu etkisi görüldü. Avrupa devletlerinin yenilmezliği korkusu yıkıldı. Türk zaferi ve Avrupa devletlerinin Türkiye karşısında yenilgileri sömürgeler halklarına umut verdi. Bu anlaşma ile Hatay Fransa’ya bırakılmakla Misak-ı Milli’den ikinci ödün verildi. Batum’dan sonra Hatay yitiriliyordu. Fakat o günün koşulları altında elde edilen büyük kazançtı. Çünkü Türkiye iki büyük cepheyi tasfiye etti. İki büyük ülke tarafından resmen tanındı. Kaldıki Ha¬tay üzerinde Türkiye haklarından vazgeçmeyecekti. 1923 yılında Adana’ya gelen Atatürk, burada kendisini siyah bayrakla karşılayan Hatay temsilci¬lerine” 40 asırlık Türk yurdu yabancı eline bırakılamaz” diyerek, kurtuluş için söz vermiş ve sözünü 15 yıl sonra yerine getirmiştir18.3. İstanbul’da İngilizlerle Tapılan Esir Mübadele Anlaşması (23 Ekim 1921)
Ankara anlaşması ve İstanbul’da imzalanan Türkiye-İngiltere Esir Mübadele Anlaşması, Londra Konferansı’na kadar uzanan bir geçmişe sa¬hiptir. Bilindiği gibi, Londra Konferansı’na (21 Şubat-21 Mart 192ı)19 gi¬den Türk Delegasyonu Başkanı Bekir Sami Bey, İngiltere ile esirlerin ser¬best bırakılması hakkında bir anlaşma imzalamış, fakat bu anlaşma eşit şartlar taşımadığından Mustafa Kemal Paşa tarafından reddedilmişti; Türkler bütün İngiliz esirlerini bırakacaklar, İngilizler ise, harp suçluları ile Ermeni tehcirine karışmış olanları bırakmayacaklardı. Bu defa, 23 Ekim 1921 günü İstanbul’da Milli Hükümet temsilcisi ve Kızılay İkinci Başkanı Hamit Bey ile İngilizler arasında yapılan Anlaşmaya göre, taraflar ellerindeki bütün esirleri karşılıklı alarak serbest bırakmayı kabul ediyorlardı.4. Türkiye-Ukrayna Dostluk Anlaşması (2 Ocak 1922)
Sovyetler Birliği içerisindeki bir ülkenin, Türkiye’nin dış politikasında herhangi bir etkisi olamazdı. Rusya’nın, kızılordu Başkan Yardımcısı ve Ukrayna Harbiye Komiseri General M.V. Frunze’yi 25 Kasım 1921 ‘de Türkiye’ye göndermesi ve bir anlaşma imzalatması, Türk Milli Hareketi’ni moral açısından kuvvetlendirmek ve Milli Hareket’in gerçek durumunu görmekten ileri bir amaç gütmüyordu. Frunze’nin Ankara’da ikameti (25 Kasım 1921 – 15 Ocak 1922) Türkiye ve Rusya arasında büyük dostluk gösterilerine vesile oldu. Böylece Ukrayna vasıtasıyla Türk-Sovyet ilişkileri kuvvetlendirilmiş oluyordu. 16 Mart 1921 tarihli Moskova Andlaşması’nın bir benzeri olan 2 Ocak 1922 tarihli Türkiye-Ukrayna Anlaşması daha çok propaganda amacı taşımaktadır. Ancak Frunze’nin Ankara seyahati Türkiye bakımından yararlı olmuş, Moskova Frunze’nin raporlarından du¬rumu daha iyi öğrenmek olanağını bulmuş ve bu sayede Rus yardımı art¬mıştır. Sovyet mali yardımı ile “üç tümeni donatacak kadar” silah gönde¬rilmesi sağlanıyordu.
General Frunze kurulunun ayrılışından sonra, 28 Ocak 1922’de Anka¬ra’ya gelen yeni Sovyet büyükelçisi İ. Aralev, iyi karşılanıyordu. Mustafa Kemal ile birlikte savaş kesimlerini gezen Aralov, Milli Hükümet’in pek çok askeri sırlarını öğreniyordu. Frunze’nin başlattığı iki ülke arasındaki yakınlaşma artarak devam ediyordu ama bu dostluğun karşılıklı olması bekleniyor. Moskova’nın buyruklarına göre davranılacağı anlamına gelmiyordu20.5. İtilaf Devletlerinin Mütareke Teklifi (22 Mart 1922)
İtilaf Devletleri 1921 yılı Şubat ve Mart aylarında Anadolu’daki Har¬be son vermek ve Türkler ile barış yapmak için giriştikleri teşebbüsleri (Londra Konferansı) 1922 yılı kış aylarında da tekrarlamışlardı. İtilaf dev¬letlerinin durumlarını ve Türkiye için neler duyup düşündüklerini öğren¬mek için önce Yusuf Kemal Bey, daha sonra da İçişleri Bakanı Fethi Bey Avrupa’ya gönderildi. İstanbul üzerinden Avrupa’ya gidecek olan Yusuf Kemal Bey’e İstanbul ile ilgili bazı özel görevler verilmişti21. Yusuf Kemal Bey İzzet Paşa ve arkadaşlarıyla ve eğer gerçek bir istek ve dilek olursa Vahdettin ile de görüşecekti. Vahdettin’in Büyük Millet Meclisini tanıma¬sını, İzzet Paşa ve arkadaşlarının Büyük Millet Meclisinin çizdiği hedefe doğru yürümeleri gereğini teklif edecekti. Yusuf Kemal Bey aldığı talimat çerçevesinde hareket etti. Fakat neyazık ki, İzzet Paşa ve arkadaşları kendi¬sini oyalayıp aldatarak, Padişaha bir müracaatçı imiş gibi götürdüler. İzzet Paşa ve arkadaşları bununla da yetinmeyerek, Yusuf Kemal Beyin Avrupada’ki teşebbüslerini karıştırmak ve güçleştirmek için, İzzet Paşayı Yunanis¬tan’ın işgali altında bulunan yerlerden geçirilerek, Yusuf Kemal Beyden önce Paris ve Londra’ya gönderdiler. Yusuf Kemal Beyin Paris ve Londra’da yaptığı görüşmelerden bir sonuç çıkmadı. Yalnız şu anlaşıldı ki, İti¬laf Devletlerinin Dışişleri Bakanları yakın bir zamanda toplanacaklar ve 1921 yılı Şubat ve Mart aylarında Anadolu’da harbe son vermek ve Türkiye ile barış yapmak için giriştikleri teşebbüsleri tekrarlayacaklardı.
Yusuf Kemal Bey daha Türkiye’ye dönmeden İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanları Konferansı 22 Mart 1922 tarihinde Türk ve Yunan hükümetle¬rine ateşkes anlaşması teklifinde bulundu. İngiltere Türkiye’yi oyalamak, Yunanistan lehine en kârlı barışı sağlamak istiyordu. İngiltere üç bakım¬dan endişeli idi;
1. Türkiye yakında Yunanistan ordusuna karşı başarılı bir taarruz yapabilirdi. (Bu durumda yeni barış şartları Türkiye’nin istediği biçimde gerçekleşecek demekti)
2. Türkiye’nin Rusya ile olan dostluğu nereye kadar gelişecekti?
3. Türkiye’nin Irak’a karşı askeri bir harekat yapması ihtimali (Musul Misak-ı Milli sınırları içinde idi ve Türkiye’nin Elcezire Cephesi’nde önemli sayıda askeri vardı)22.
Yapılan teklif şunları içeriyordu:
1. Her iki tarafın birlikleri arasında 10 km.lik askersiz bir bölge meydana getirilecek,
2. Birlikler insan ve cephane bakımından takviye edilmeyecek,
3. Birliklerin durumunda değişiklik yapılmayacak, biryerden biryere malzeme götürülmeyecek,
4. Ordu ve askeri durum İtilaf Devletlerinin Askeri Komisyonlarınca kontrol edilecek,
5. Çarpışmalar 3 ay süre ile dondurulacak ve bu durum barış için yapılacak ön görüşmeler taraflarca kabul edilinceye kadar, üçer aylık sürelerle kendiliğinden yenilenecek,
6. Taraflardan biri yeniden savaşa başlamak isterse, ateşkes süresinin bitiminden 15 gün önce karşı tarafı ve İtilaf Devletlerine durumu bildirecekti.
Bu teklifi Yunan’lılar hemen kabul etti. Yunan Ordusu Sakarya’da maddi ve manevi bakımdan yenilmişti. Bu ordunun yeniden geniş çapta bir taarruza geçerek bir daha talihini denemeye kalkışması güçtü. Yunan ordusunu yeniden kesin sonuç verecek bir harekata yöneltmek imkanı kal¬mayınca, İtilaf Devletlerince, bir yıla yakın bir zamandır hazırlanan Türk Ordusu’nu uyuşukluğa düşürmek, Milli Hükümete ümitler vererek bekle¬yiş içinde bırakmak ve böylece geçecek zaman içinde Milli hükümeti ve Orduyu gevşetmek şeklinde tedbirler alınmak isteniyordu.
Bu sırada cephede bulunan Mustafa Kemal Paşa, Ankara’daki Bakan¬lar Kurulu ile görüşerek, Dışişleri Bakanlığı’ndan en kısa zamanda bu teklife cevap verileceğinin İstanbul’da bulunan İtilaf Devletleri Temsilcile¬rine bildirilmesini istedi23.
24 Mart 1922 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, Bakanlar Kurulu Baş¬kanlığına konu ile ilgili kararını şöyle açıkladı: “Ateşkes Anlaşması prensip olarak kabul edilmeli ancak Ordunun eksiklikleri ve hazırlıklarının ta¬mamlanmasından geri kalınmamalıdır. Ordunun içine yabancı denetleme hayetleri sokulmayacaktır. Bu teklifi Anadolu’nun boşaltılması için kabul etmekle birlikte, uygulanabilir ve gerçekleşebilir şartlar öne sürülmelidir. Ateşkes Anlaşmasıyla birlikte, boşaltma işinin başlaması, en önemli şart¬tır.” 24 Mart 1922 günü Mustafa Kemal Paşa’nın hazırladığı notaya veri¬lecek karşılık ile Bakanlar Kurulunun Ankara’da hazırladığı cevap metni arasında bazı ayrılıklar olduğunda, 24-25 Mart 1922 gecesi Bakanlar Ku¬rulu Sivrihisar’a geldi ve verilecek cevaba son şekil verildi. Bakanlar Kuru¬lu Ankara’ya döndü fakat bu cevabı vermeye vakit kalmadan, Paris’te top¬lanan Dışişleri Bakanları Konferansının 26 Mart 1922 tarihli ikinci bir no¬tası alındı.
Bu nota, İtilaf Devletlerinin barış esasları ile ilgili aşağıdaki tekliflerini içeriyordu:
1. Türkiye ve Yunanistan’daki azınlık haklarının korunması ve bu maksatla konulacak kuralların uygulanmasına Milletler Meclisinin katılması,
2. Doğuda bir Ermenistan kurulması ve bu işe Milletler Cemiyetinin katılması,
3. Boğazların serbestliğini sağlamak üzere, Gelibolu Yarımadası’nda ve Boğazların çevresinde askerden arınmış bir bölgenin oluşturulması,
4. Trakya sınırının Tekirdağ’ı Türkiye’ye, Kırklareli, Babaeski ve Edirne’yi Yunanistan’a bırakacak şekilde tesbiti, Edirne Türklerine ve İzmir Rumlarına, bu şehirlerin yönetimine adaletli bir şekilde katılabilmelerini sağlamak üzere uygun bir yöntemin kararlaştırılması,
5. Barış yapılır yapılmaz İstanbul’un İtilaf Devletlerince boşaltılması,
6. Türk Silahlı Kuvvetlerinin 50.000’den 80.000’e çıkarılması ve askerliğin ücretli olması.
7. Savaş tazminatı ve dış borçların ödenmesi için Türk hakimiyeti ile bağdaşabilecek bir yöntemin tayini,
8. Adli ve İktisadi kapitülasyonlarda değişiklik yapılması üzere bir komisyon kurulması24,
İki nota ile öne sürülen şartlar iyi incelenirse, İtilaf Devletlerinin, İs¬tanbul Hükümeti ile birlik olarak yeni Türk Hükümetini yok etme mak¬sadına dayanan çalışmalarda yeni bir safha açtıkları görülüyordu. Buna karşı, durumun çok ciddi olduğunu düşünerek esaslı ve büyük bir savaşa hazırlanmak gerekiyordu.
Her iki Notaya 5 Nisan 1922 tarihinde verilen cevapta;
1. Ateşkes Anlaşması ilke olarak kabul edildi.
2. Ateşkes Anlaşması ile birlikte Anadolu’nun hemen boşaltılması, boşaltma süresinin 4 ay olması istendi.
3. Boşaltma işi bittiği zaman barışla ilgili ön görüşmeler sonuçlanmamışsa, ateşkesin 3 ay daha uzatılması kabul edildi.
4. Boşaltma işleminin, Ateşkes Anlaşmasının yürürlüğe girişinden başlamak üzere ilk 15 gün içinde Eskişehir-Kütahya-Afyonkarahisar kesimi ve Anlaşma süresi olan 4 ay içinde İzmir dahil işgal altında¬ ki bütün toprakların boşaltılması istendi.
5. Bu teklifler kabul edilirse, barış tekliflerini incelemek üzere 3 hafta içinde Türk delegelerinin kararlaştırılacak bir şehre gönderilebileceği bildirildi25.
Bu notaya 15 Nisan 1922’de verilen cevap olumsuzdu. 22 Nisan’da verilen yanıtta, ateşkes konusunda anlaşmaya varılması bile barış görüşmelerinin geciktirilmesinin uygun olmayacağı, bu nedenle İzmir’de bir konferans toplanması teklif edildi. Bu yazışmalarda sonuçsuz kaldı. Beykoz’da veya Venedik’te bir konferansın toplanması birçok defa söz ko¬nusu oldu ise de, son zaferin kazanıldığı ana kadar bunlardan hiçbiri ger¬çekleşmedi.
Düşmana taarruz için verilmiş olan kesin kararın uygulanmaya başla¬masından önce hazırlanmak ve tamamlanmak zorunda olunan savaş vası¬talarının neler olduğunu Mustafa Kemal Paşa şöyle açıklıyordu: Birincisi, en önemlisi ve asıl olanı, doğrudan doğruya milletin kendisidir. İkinci va¬sıta, milleti temsil eden Meclis’in milli isteği ortaya koymakta ve bunun gereklerini inanarak uygulamakta göstereceği kararlılık ve yiğitliktir. Üçüncü vasıta, milletin silahlı evlatlarından ibaret olup, düşman karşısın¬da toplanmış bulunan ordumuzdur26. Şimdi sıra ile bunları görelim:
MÎLLETİN HAZIRLANIŞI
On yıldır aralıksız sürüp giden savaşların millet üzerinde yarattığı tahribattan sonra Sakarya Muharebeleri sırasında milletten istenen feda¬karlığı, Tekâlifi Milliye Emirleri, aralıksız askere alınan ve cepheye gönde¬rilen insanlar göz önüne getirildiğinde, millet desteğinin sağlanmasının güçlüğü ortaya çıkar.
Karşı ihtilal hareketlerinin kanlı bir şekilde bastırılmasının, küçük bölge ayaklanmaları karşısında gösterilen haklı şiddetin, istiklâl Mahkeme¬lerince memleketin her tarafında verilen ağır mahkûmiyet kararlarının, Milli İdareye karşı millet üzerinde yarattığı hoşnutsuzluğu da dikkate al¬mak gerekir. Bütün bunların üzerine, millet orduya yeniden asker verme¬ye ve yeni bazı mali külfetlere katlanmaya davet edilecekti27.
Trakya’dan İstanbul bölgesinden ve İzmit-Eskişehir, Kütahya-Afyon çizgisinin batısında kalan geniş ve zengin bölgeden asker ve vergi alınamıyordu. Bütün yük Anadolu’nun fakir kısmına ve aşağı yukarı 7 Milyon (Aybarsa göre 9 Milyon) insana düşüyordu28.
Yollar çok kötü durumda idi. Karayolları şose ve toprak olup, kullanılamayacak durumdaydı. Bu yollarda kullanılan ulaşım araçlarının çoğu, ilkel araçlardı. Kağnı, iki veya dört tekerlekli at arabaları, deve, eşekle ta¬şımacılık yapılıyordu. Bunlar durumlarına göre, 100-140 km. arası yük ta¬şıyabiliyorlar ve günde (kağnı 15-20 Km) 15-40 Km arası gidebiliyorlardı. Kamyon ve benzeri araçlar yok denecek kadar azdı. Demiryolu Ankara’da bitiyordu. Onunda ancak Eskişehir doğusunda küçük bir parçası elde bu¬lunuyordu. Akşehir-Pozantı arasında kalan diğer bir parça demiryolunun ise pek askeri değeri yoktu. Milli idare altındaki bütün topraklarda tek bir fabrika mevcut değildi29. Keskin Fişek Fabrikası’nın çalışmaya başlaması ancak 23 Eylül 1921’de mümkün olmuştu30.
Doğu cephesinden Batı cephesine, iyi kötü gönderilebilecek bir cepha¬ne sandığının istenilen yere varabilmesi için, kuş uçuşu ile en az 1.200 Km.lik yol aşması gerekirdi. Fakat insanlar kuş değildi ki? İnebolu’dan Ankara’ya ancak bir haftada varılabiliyordu. Ama bu yoldan Ankara’ya gelip dönecek vasıta eğer bir kağnı ise, onu sürenlerin ortalama bir aylık yolu göze almaları gerekiyordu. Halbuki nihayet birkaç yüz kilo yük ala¬cak bir kağnının hayvanları ile onu sürenlerin, bu yol için neredeyse bir kağnı yükü yiyeceğe, yeme, ihtiyaçları vardı. Halbuki Anadolu neredeyse açtı31.
Hâl böyle iken 22 Mart 1922 tarihli mütareke teklifinin millet üzerin¬de gevşetici bir etki yapması kaçınılmazdı. Bu sebeple, mütareke şartları¬nın millete iyice anlatılamamasına ve etkisiz bırakılmasına çalışılmıştır. O devrin olanaklarına göre güç olan ve propaganda alanına giren bu faa¬liyet kaçınılmaz bir zorunluluk idi. Halkın uyarmak için, Müdafaayı Hu¬kuk kuruluşları, Belediye Başkanları, eşraf, harekete geçirildi. Her taraftan, mütareke şartlarının kabul edilmemesi için TBMM’ne telgraflar yağmaya başladı. Telgraf metinleri, başta “Hakimiyeti Milliye” olmak üzere, gazete¬lerde yayınlatılıyordu. Mütareke konusu resmi olarak 22 Nisan’da kapan¬dığı halde, telgraflar aralıksız 1922 Haziran’ına kadar sürmüştür.
Kamu oyu hatta Meclis, harbin devamına bu suretle hazırlanırken, şüphesiz hükümet başka tedbirler almakta idi. Bunlardan en önemlisi çıkarılan af kanunlarıydı. TBMM’i Sakarya Muharebesi ile Büyük Taarruz arasındaki dönemde üç önemli af kanunu çıkarmıştır. Bu af kanunlarından yararlanmayan mahkûmlar için de iki kararname yürürlüğe konmuş¬tur32.MECLİSİN HAZIRLANIŞI
Sakarya Muharebesi ile Büyük Taarruz arasındaki dönemde Meclis çalışmalarında Mustafa Kemal Paşa büyük güçlüklerle karşılaştı ve çalış¬maları engellenmek istendi. Kendisine 19 Eylül 1921 tarihinde33 bir ka¬nunla “Mareşallik” rütbesi ve “Gazi” unvanını veren Meclis, üç, dört ay geçmeden Sakarya Zaferini unutmuş ve muhalefet kendisini göstermeye başlamıştı. Sakarya Muharebesi’nden önce başlayıp bir biri ardınca gelmiş olan Malta tutuklularından bazılarını da bu muhalefet akımlarını kışkırtı¬yorlardı 34.
15 Kasım 1921 ‘de Malta’dan Ankara’ya gelen Rauf Bey 17 Kasım 1921’de Bayındırlık Bakanı olmuştu. Daha sonra Malta’dan gelen Kara Vasıf Bey’de Anadolu ve Rumeli Müdafaâ yî Hukuk Grubunun Yönetim Kurulu Üyeliğine seçilmişti. Hükümet içinde ve Grupta uyum içinde ça¬lışmayı temin amacıyla Mustafa Kemal Paşa’nın yaptırdığı bu tayinler muhalefetin temeli haline gelmişti. Rauf Bey ve Kara Vasıf, aynı gün “Güdülen Askeri Politika Nedir?” konusunun Bakanlar Kurulunca açık-lanmasını istediler. Halen uygulanmakta olan Siyasi ve Askeri Politika” İs¬tiklal tam olarak sağlanıncaya kadar, düşmanlarla savaşmak ve onların ye¬nileceğine kesin inançla savaşa devam etmek” idi ve bu Meclisi Büyük ta¬arruza hazırlamak için bir çok defa açıklanmıştı. Muhalefetçe ortaya atılan diğer sorular, “Ne olursa olsun muharebeye devam etmekle sonuç almak mümkün müdür? Mümkün olmadığı ihtimalini hesaba katarak daha şim¬diden başka tedbirler ve çareler-anlatmak istedikleri siyasi çarelerdir-baş-vurarak içinde bulunulan tehlikeli duruma son vermek yerinde olmazını? şeklindeydi. Bu konuların görüşme ve tartışma konusu edilmesine Mustafa Kemal Paşa müsade etmedi. Bunun üzerine Rauf Bey ve Kara Vasıf Bey istifa ettiler. Aynı gün, Mustafa Kemal Paşa’nın hem Başkomutan hem de Meclis Başkanı olmasının sakıncalı olduğunu, Ordu ve işlerin iyi gitmedi¬ğini, Başkomutan ve Genelkurmay Başkanı’nın Ankara’da oturduğu, cepheden uzak kaldığı, Mecliste bir savaş komisyonu kurularak Ordunun du¬rumunun incelenmesi gerektiğini, Genelkurmay Başkanlığı ile MSB.lığının birleştirilmediğini ileri süren, Milli Savunma Bakanı Refet Paşa da istifa etti.
Bu görüşlere Mustafa Kemal Paşa şöyle cevap verdi: “Başkomutanlık ve Gnkur. Bşk.lığının Ankara’da ikamet etmesi uygundur. Görevini en iyi şekilde buradan yürütmektedir. Gerektiğinde ve nereye gideceğine kendisi karar verir. Cephe ile bizzat uğraşan cephe komutanları vardır. Gereksiz yere Başkomutan’ın Ankara’dan uzaklaşmasının istenmesinin anlamı yok¬tur. Gnkur. Bşk.lığı ile MSB.lığı Başkomutanın emri altında Başkomutan¬lık karargahını oluşturur. Ayrı ayrı değildir. Gnkur. Bşk. Fevzi Paşa Anka¬ra’da bulundukça Bakanlar kuruluna başkanlık yapması zaruridir. Çünkü, onun yokluğunda karışıklıklar çıktı. Ordu ile ilgili olarak yapılan işleri de¬netlenmesi için Meclis’in bir komisyon kurmasında bir sakınca yoktur. Ancak bu komisyon benim başkanlığımda olmalıdır.”
Komisyon kuruldu. Eski Harbiye Nazırı Cemal Paşa komisyona üye seçildi. Diğer konularda Refet Paşa’nın görüşleri benimsendi ve Refet Paşa ile Rauf Bey istifalarını aynı gün verdiler35.
Müdafaâ-yî Hukuk Grubu, Meclis görevlerinin iyi gitmesi ve Bakanlar Kurulu çalışmalarının aksamadan yapılmasını sağlamak bakımından sonu¬na kadar yardımcı oldu. Fakat muhalif duygu ve düşüncede olanlar her gün biraz daha taraftar buldukça, Grup’un çalışmasını güçleştirmeye baş¬ladılar. Muhalefetin ana kaynağı, Müdafaâ-yî Hukuk Grubu Tüzüğündeki hükümetin, Teşkilatı Esasiye Kanununa göre yapılması konusu idi.
Bu konu, Grup içinde de görüş ayrılıkları ve disiplinsizliklere neden oldu. Birtakım kimseler Gruptan ayrıldılar. Ayrılanlar dışarıda birleşerek Grubu yıkmaya çalıştılar. Alınan tedbirlerle buna engel olundu. Sonunda ikinci Grup adıyla yeni bir grup oluştu.
Yürürlükteki kanuna göre, Bakanlıklar için Mustafa Kemal Paşa aday gösteriyor, milletvekilleri, gösterilen adaylara olumlu veya olumsuz oy ve¬riyorlar veya çekimser kalıyorlardı. îkinci grup, Mustafa Kemal Paşa’nın adaylarını dikkate almadan, kendi grupları adına ortaya attıkları adaylara, kanuna aykırı olarak oy vermek suretiyle, hükümetin kurulmasına engel olmaya başladılar. Meclis’te ordu aleyhine bir hareket yaratılmıştı. Sakarya Muharebesi’nden sonra aylar geçtiği halde, Ordu niçin taarruza geçmi¬yor? Mutlaka taarruz etmelidir. Hiç olmazsa sınırlı, belirli bir cephede taarruz yapmalıdır ki, Ordumuzun taarruz kabiliyeti olup olmadığı anlaşıl¬sın diyorlardı. Bu harekete karşı direnilmiştir. Maksat bütün taarruz ha¬zırlıklarını tamamlayarak genel ve kesin sonuca götürücü bir taarruz oldu¬ğu için sınırlı bir cephede taarruz görüşü benimsenmedi. Bunda bir yarar yoktu36.
Muhalefette, Ordunun taarruz gücü kazanamayacağı konusunda kana¬at uyandı. Bunun üzerine başka bir görüş ortaya attılar. Bu defa asıl düşmanın Yunanistan değil İngiltere olduğunu, Yunan ordusuna karşı bir perde hattı bırakıp, asıl orduyu Irak’ın kuzey sınırına yığıp İngilizlere ta¬arruz etmek gerektiğini belirttiler.
Bu kadar anlamsız ve mantıksız olan düşünceye iltifat edilmedi. Mu¬halefet, nereye gidiyoruz? Bizi kim nereye sürüklüyor? Meçhullere? kosko¬ca bir millet, belirsiz, karanlık hedeflere akılsızca sürüklenir mi? şeklindeki olumsuz propagandalar yapıyordu.
Mustafa Kemal Paşa, 4 Mart 1922 günü akşamı cepheyi teftişe gitme¬den önce meclisteki gizli oturumda meclisi taarruza hazırlamak için bazı açıklamalarda ve ricalarda bulundu. Sakarya muharebesinden sonra, Düşman ordusunu Eskişehir-Seyitgazi-Afyonkarahisar kesimine kadar kovalayan kuvvetlerimizin bütün ordu olmayıp, yalnız süvari birlikleri ve bunlara destek olmak üzere ileri sürülen bazı Tümenler olduğunu açıkla¬dı. Ordunun kararının taarruz olduğunu, ama bu taarruzun ertelendiği, bunun sebebininde hazırlıkların tamamlanması için zamana olan ihtiyaç¬tan doğduğunu belirtti. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak taarru¬zun hiç taarruz etmemekten çok daha kötü olduğunu söyledi. Bekleyişin taarruz kararından vazgeçildiği veya bunu başarmaktan ümit kesildiği şek¬linde anlamanın ve yorumlamanın yersiz olduğunu söyledi.
Osmanlıların yapacakları askeri harekâtın genişliği ölçüsünde hazırlıklı ve tedbirli davranmadıklarını ve daha çok duygu ve hırslarının etkisi altın¬da hareket ettikleri için Viyana’ya kadar gittikleri halde, geri çekilmeye mecbur olduklarını, daha sonra Budapeşte’de de duramadıklarını çekildik¬lerini, Belgrat’ta da yenilerek çekilmeye mecbur olduklarını Balkanları terk ettiklerini, Rumelinden çıkarıldıklarını, Bize içinde daha düşman bu¬lunan bir vatanı miras bıraktıklarını söyledi. Bu son vatan parçasını kurtarırken, hırs ve hislerin bir yana bırakılmasını, ihtiyatlı olunmasını istedi. Kurtuluş için, istiklal için eninde sonunda düşmanla bütün varlığımızla vuruşarak onu yenmekten başka karar ve çare olmadığını ve olmayacağını söyledi37.
Sinir gevşetici sözlere, telkinlere önem verilmemesini ve güvenilmemesini, Osmanlı yönetim ve zihniyetinin yarattığı bu türlü zihniyetlerin red¬dedilmesi gerektiğini açıkladı. “Ordu ile, savaşla, inatla bu işin içinden çıkılmaz” şeklindeki dış kaynaklı öğütlere uymakla, bir vatanı millet istiklâli¬ni kurtaramaz. Tarihte böyle bir olay kaydedilmemiştir, dedi.
Meclisin milli isteği ortaya koymakta ve bunun gereklerini inanarak uygulamakta göstereceği kararlılık ve yiğitliğin önemini açıkladı. Meclis, milli isteği ne kadar büyük bir dayanışma ve birlik içinde aksettirebilirse, düşmana karşı o kadar güçlü bir üstünlük vasıtasına sahip olunacağını açıkladı.
Düşmana karsa oluşturulan cephelerin iç ve görünürdeki cephelerden meydana geldiği, asıl cephenin iç cephe olduğunu, bu cepheyi bütün memleket ve milletin meydana getirdiğini söyledi. Mustafa Kemal Paşa, görünürdeki cephenin ise doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephe olduğunu açıkladı. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir fakat bu durum hiç bir zaman bir memleketi, bir milleti yok ede¬mez, önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin çöküşüdür. Bu gerçeği bizden daha iyi bilen düşmanlar, bu cephe¬mizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar başarı da sağlamışlardır. Gerçekten “Kaleyi içten almak” dışardan zorla¬maktan çok kolaydır. Bu maksadı gerçekleştirmek için içimize kadar sokulabilen bozguncuların varlığını iddia etmek yerindedir, dedi. Mustafa Kemal Paşa bu sözlerinden sonra cephede bulunacağı sıralarda ordunun duygu ve düşünceleri üzerinde ümitsizlik yaratacak açık tartışmalardan vazgeçilmesini Meclisten özellikle rica eder.
Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın, barışın sağlan¬masından sonraki seçimlerde birçok değerli kimselerin yerine bir takım muhafazakârların toplanmasına karşı tedbir olarak, üyelerini büyük uz¬manların (Bakanlık, Valilik, Ordu Komutanlığı yapmış) oluşturduğu ikinci bir meclisin kurulmasını teklif etti. Mustafa Kemal Paşa verdiği cevapta, Millet Meclisi üyelerinin değerli ve uzman kişilerden seçilmesini sağlayarak, Meclis’in iç teşkilatında, komisyonların kurulmasında, Bakanlar Ku-rulunun seçilmesinde ilim ve ihtisasa çok önem verilerek başarılı bir idare makinesinin kurulabileceğini belirtir.
Mecliste sorun olan önemli konulardan biriside Başkomutanlık süresi¬nin uzatılmasıdır. 5 Ağustos 1921’de kabul edilen Başkomutanlık kanunu, birinci defa 31 Ekim 1921, ikinci defa 4 Şubat 1922’de, üçüncü defa 6 Mayıs 1922’de uzatıldı her defasında muhaliflerin türlü türlü eleştiri ve hücumlarına uğradı. Özellikle üçüncü defa uzatılması oldukça önemli bir olay haline geldi.
6 Mayıs 1922 gününden önceki günlerde, zamanı geldiği için kanu¬nun süresinin uzatılması mecliste söz konusu edilirken Mustafa Kemal Paşa hasta olduğu için mecliste bulunamamıştı. 5 Mayıs akşamı Mustafa Kemal Paşanın yanına giden hükümet üyeleri, mecliste muhaliflerin ken¬disinin Başkomutanlıkta kalmasını istemediğini, tartışmalı görüşmelerden sonra Başkomutanlık kanunun süresinin uzatılmasının kabul edilmediğini açıklarlar ve Gnkur.Bşk. ve MSB. istifa etmeye kalkarlar. Mustafa Kemal Paşa kendilerinden 24 saat beklemelerini ister. Ertesi gün yani 6 Mart 1922’de yapılan gizli oturumda muhaliflerin Başkomutanlık aleyhine söyle¬diklerini cevaplandırır. “Para vardır veya yoktur, ister olsun, ister olmasın, ordu vardır ve olacaktır, bu millet istiklâlini kurtaracaktır” der. Vasıf Bey’in “Biz Sakarya Muharebesinden sonra, işte halâ kıpırdayamadık, kıpırdıyamıyoruz.” sözlerinin “Brova” sesleri ve alkışlarla karşılanmasına duydu¬ğu üzüntüyü dile getiren Mustafa Kemal Paşa, “Bunu burada gömelim kimse işitmesin”der38.
Meclisin Başkomutanlığın gereğine inandığına şüphe olmamakla bera¬ber muhalefetin hiç bir temele dayanmayan tutumu, meclis kararının iste¬nilmeyen bir şekilde çıkmasına yol açar. Bunun sonucunda da Ordu Komutansız kalır. Mustafa Kemal Paşa, mecliste beliren oy sonuçlarına göre hemen komutadan el çekmek istediği, Başkomutanlığının sona erdiğini hükümete bildirir. Fakat önlenmesi imkansız bir felakete meydan verme¬me mecburiyeti ile karşı karşıya gelir. Düşman karşısında bulunan ordu başsız bırakılamazdı. Bu nedenle “Başkomutanlığı bırakmadım, bıraka¬mam ve bırakmayacağım” der.
Gizli oturumda, düelloyu andıran tartışmalar sonunda meclis 11 red, 15 çekimsere karşı 177 oyla Başkomutanlık kanunun süresini uzatır.
Üç ay sonra, yani 20 Temmuz 1922 tarihinde Başkomutanlık süresi bittiği için yeniden görüşme konusu olur. Mecliste yapılan müzakereler sonunda Başkomutanlık süresiz olarak Mustafa Kemal Paşa’ya verilir39.
İkinci Grup adını alan muhalifler, faaliyetlerini yoğunlaştırarak, Mus¬tafa Kemal Paşa tarafından gösterilen adaylar arasından Bakanların seçil¬mesi usulünü 8 Temmuz 1922 tarihli kanunla değiştirdiler. Bakanların ve Bakanlar Kurulu Başkanı’nın doğrudan doğruya meclisçe ve gizli oyla se¬çilmesini sağladılar. Böylece Mustafa Kemal Paşa’nın Bakanlar Kurulu Başkanlığından fiilen uzaklaştırmaya muaffak oldular.
İkinci grup bundan sonrada saldırıya devam etti, Rauf Bey’i Bakanlar Kurulu Başkanlığına getirmeye çalıştı. Bunda da başarı sağladı. Muhalifle¬rin gizli niyetini anlayan Mustafa Kemal, Rauf Bey’i yanına davet eder ve Meclisteki çoğunluğun kendisini Bakanlar Kurulu Başkanı olarak seçme eğiliminde olduğunu, bunun kendisince de uygun olduğunu söyler. Rauf Bey 12 Temmuz 1922 tarihinden 4 Ağustos 1923 tarihine kadar bu görev¬de kalır.
Muhalefetin doğuşunda, desteklenmesinde ve yönetiminde daha ilk günden itibaren, Hüseyin Selahattin, Hüseyin Avni, Ziya Hurşit, Hakkı Hami ve Kara Vasıf Bey’le birlikte olan ve liderlik yapan Rauf Bey açık¬tan açığa İkinci Gruba geçmemiş, 3 yıl Mustafa Kemal ile birlikte imiş gi¬bi görünmüştür. Rauf Bey’in ayrılması bu süre sonunda olmuştur.
Muhalefetin, Mecliste Ordu aleyhine başlattığı olumsuz hava halâ de¬vam etmektedir. Sürekli ve ateşli bir şekilde Ordunun taarruz kabiliyeti olmadığından ve artık konuyu siyasi tedbirlerle bir çözüme bağlıyarak so¬nuçlandırmanın kaçınılmaz olduğundan açık bir şekilde söz etmektedirler.
Gerçekte Ordunun ihtiyaçları ve eksiklikleri tamamlanmak üzeredir. Mustafa Kemal Paşa Haziran ortalarında taarruz kararı verir. Bu kararı yalnız Cephe Komutanı ile MSB. bilmektedir. Mustafa Kemal Paşa Anka¬ra’da Gnkur. Bşk.nı Fevzi Paşa, Sarıköy İstasyonu’nda MSB. Kazım Paşa ve Cephe Komutanı İsmet Paşa ile birlikte taarruz için gerekli hazırlıkla¬rın süratle tamamlanması ile ilgili kararları aldılar.
Bu arada, Malta’dan gelmiş ve 1 nci Ordu Komutanlığı yapan Ali İhsan Paşa, Ordunun disiplin ve genel yönetimini çıkmaza sokan bir tu¬tum içerisindedir. Meclisteki muhalif grupları ileri gelenleri ile de temas alindedir. Mustafa Kemal Paşa, İhsan Paşa’nın komutanlığına son vere¬rek, hakkındaki kanuni işlemlere devam edilmek üzere MSB.lığı emrine verilmesi kararını 18 Haziran io,22’de onaylar40. Olay, Ali İhsan Paşa’nın i nci Kor.K.nı şiddetle tenkit etmesi üzerine Kor.K.nın istifa etmesi ile çıkmıştır. Kor. K.nın hareketi kanun ve nizamlara uygun olduğu halde, haksız yere tenkit edildiği tesbit edilmiş ve onun yerine Ali İhsan Paşa’nın ayrılması uygun görülmüştür. Meselenin bir de dedikodu tarafı vardır ki o da İsmet Paşa’nın bir vesileyle Ali İhsan Paşa’yı uzaklaştırmak isteğidir. Bazı mebuslar ve subaylar arasında Ali İhsan Paşa Ordunun başına ge¬çerse nihai zaferin kazanılacağı kanısının yayılmış olması idi41.
İsmet Paşa hatıralarında, Ali İhsan Paşa’nın erzak yok diyerek aldığı parayı maaş olarak dağıttığını, bunun ordular arasında huzursuzluk çıkar¬dığını, i nci Ordu cephesinde kendisinden habersiz düşmanla küçük ça¬tışmalar yaptığını ve nihayet kendisini Mustafa Kemal’e şikayet ettiğini ya¬zar42.
ORDUNUN HAZIRLANMASI
Ordunun büyük bir taarruza girişebilmesi için sayısız eksiği vardı. Bu eksikliklerin tamamlanması, her şeyden önce, yeteri kadar para bulunma¬sına bağlı idi. Bu nedenle, bütün kaynaklar zorlanmış ve 1922 yılı Mart ve Nisan aylarında birçok mali kanun çıkarılmıştır. Bunlardan bir kısmı, subayların durumunu düzeltmeyi, diğerlerinde ordu ihtiyaçlarının karşılan¬ması için yeni gelirler sağlamayı amaçlıyordu43. 6 Mayıs, 3 Temmuz ve 21 Ağustos günlü avans kanunları ile, Milli Savunma Bakanlığına orduya harcanmak üzere, Birinci Avans Kanunu ile 10 Milyon, ikinci Avans Ka¬nunu ile 7 Milyon Üçüncü Avans Kanunu ile de 5 Milyon lira ödenek verilmiştir. Böylece Anadolu’nun bütün maddi ve manevi kaynakları santi¬mine kadar zorlanarak, büyük taarruzdan önce kullanılmıştır. Son hazır¬lıklar için ihtiyaç duyulan 600 bin lira da Mustafa Kemal Paşa’nın kendi emrinde bulunan ve Osmanlı Bankası’nda muhafaza edilen paradan te¬min edilmişti44.
Ordu kendi içinde durmadan taarruz hazırlıklarını sürdürüyordu. Or¬dunun önemli üzerinde durduğu konuları şöyle özetliyebiliriz:
Eğitim
Son derece sıkı ve aralıksız çalışmalar ile subaylar ve erler, Büyük ta¬arruzun gereklerini yapabilecek bir şekilde yetiştirilmişlerdir. Bu amaçla bütün birliklerde, her seviyede kurslar, talimgâhlar açılmış, bol tatbikat ve manevralar yapılmıştır. Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra girişilen takip harekatının ve muharebelerinin durduğu 10 Ekim 1921 den 1922 Ağustos’una kadar geçen 10 aylık süre, eğitim için gerekli olanağı en ge¬niş şekilde vermiş bulunuyordu. Zaten büyük bir harp tecrübesine sahip bulunan subaylar ve komutanlar, hem kendilerini hem de erlerini, bu süre içinde taarruza göre hazırlamışlardır45.
Ordu Mevcudunun Arttırılması
Subay ihtiyacı, Ankara talimgâhından, yedek subaylardan ve İstan¬bul’dan gelenlerden temin edilmiş ise de kadroları tamamen doldurmak mümkün olmamıştır. İstanbul’da (Erkanı Harbiye Mektebi’nin) Kara Harp Akademisi’nin mütarekeden sonrada devam etmesi çok yararlı ol¬muş, kurmay subay ihtiyacının % 402’ı bu okuldan karşılanmıştır. O za¬manki kadrolara göre tümenlerde 10.000 er bulunması gerekiyordu. An¬cak memleketin insan kaynağı 25 tümeni ikmal etmeye yetmiyordu. Sa-karya’da 4.000 mevcutlu olan tümenler, 7.000-8500 kişiye çıkartılabildi46.
Taarruz edecek bir ordunun, karşısındaki düşmana, insan sayısı bakı¬mından üstün olması gerekir. Yunanlıların Anadolu’da 200.000 mevcutlu bir ordularının bulunduğu biliniyordu. Halbuki Türk Ordusu, harbin ba¬şından beri hiç bir zaman bir cephede 100.000 kişi toplayamamıştı. Taar¬ruz hazırlığı sırasında ordu teşkilatı yeniden düzenlendi. Büyük taarruz¬dan önce Batı Cephesinde 19 Piyade, 5 Süvari ve bazı müstakil Alay ve Taburlardan bir Ordu teşkilatı vücuda getirildi. Bunlar 5 Kolordudan ku¬rulu 2 Ordu, 3 Tümenli bir Süvari Kolordusu, iki müstakil süvari tümeni ve bir Kocaeli Grubu şeklinde düzenlendi. Kıyı gözetleme müfrezeleri ile idare ve müesseselerde çalıştırılan erler, Gnkur. ve Millet Meclisi Muhafız Birlikleri bile cepheye gönderildi. Tescil olunmuş bütün erat göreve çağrıl¬dığı gibi, 1899, 1900 ve 1901 doğumlularda silah altına alındılar47
Tamamen kapanmış olan Doğu ve Güney cephelerinden getirilen as¬kerlerle Batı Cephesi’nde ordunun mevcudu 186.000’e yükseltilmiştir. Sa¬karya’dan sonra 20 Eylül 1921 ‘de, Batı Cephesi’nin insan mevcudu 92.660 idi. Demek ki, bu tarihten Büyük Taarruza kadar ordunun mevcudu yüzde yüz artmıştır. Böylece Yunanlılara denk bir duruma gelinmiş olu¬nuyordu.
Silâh Gücünün Artırılması
Silah tedariki çok zordu. Avrupa’dan silah satın alma teşebbüsleri hep olumsuz sonuç veriyordu, önayak olan yabancılar, Anadolu’yu utanma¬dan dolandırıyorlardı. Sovyet yardımı ağır yürüyordu. Türk Ordusunda, eşitli piyade tüfeği vardı. Aynı kurşunu atmayan bu tüfeklerin, birliklerde karışık bulunması, ikmalini güçleştirdiği gibi, ordunun ateş gücünüde azaltıyordu. Bunun için Sakarya Muharebesi’nden sonra ilk iş olarak, her tümende aynı cins tüfek toplanacak şekilde değişiklikler yapılmış ve mer¬misi bol olmayan tüfeklerden kurulu tümenlerin ihtiyatta kullanılması ka¬rarlaştırılmıştı.
İstanbul’dan Anadolu’ya vapurla harp malzemesi kaçırılıyordu. 17 Eylül 1921’de Fransız bandralı Penay vapuru ile Zonguldağa, Movana va¬puru ile Zeytinburnu cephane fabrikası depolarından yüklenen silahlar Ereğli limanına taşınmıştı48. Fransa ve İtalya’dan satın alınan silahlar ve Fransa ile yapılan anlaşmadan sonra, güneyden cephane, hafif makinalı tüfek, motorlu vasıta, koşum hayvanı ikmali ile ordunun silah gücü büyük ölçüde artırılmıştır. Taarruz’un, ambarların dolu olduğu, yaz sıcaklarının bunaltıcı tesirlerinin kalmadığı bir zamanda yapılması düşünülüyordu. Böylece yiyecek ihtiyacı karşılanmış olacaktı. İleri harekette de düşmanın tahribinden kurtulan ambarlardaki hububat ve nakliye vasıtaları ile nok¬sanlar giderilmiş olacaktı49.
Batı Cephesi’nin 20 Eylül 1921 günkü durumu ile karşılaştırırsak: Tüfek sayısı 47.342’den 98.956’ya, Ağır makineli tüfek sayısı 480’den 839’a, hafif makineli tüfek sayısı 379’dan 2025’e, top sayısı 165’den 323’e yüksel¬mişti.
Bütün gayretlere rağmen, süvari kuvvetleri hariç, hiçbir bakımdan Yunan Ordusuna bir üstünlük sağlanamamış, ancak bir denge kurulabilmişti. Moral faktörü hesaba katılmaksızın üstünlüğün elde edilmesi taar¬ruz planına kalıyordu50.
Moralin Yükseltilmesi
Başkomutan siyasi sorunlar hakkında hükümetle temas ederken, cep¬hedeki teftişlerine devam ediyor. Moralin yüksek bir seviyede tutulması için azami gayretin gösterilmesini sağlıyordu. 30 Mart 1922’de 1.nci Kolordu’nun Çay’da 1 Nisan’da Süvari Kolordusu’nun Ilgın’da yaptığı mera¬sim geçişlerinde Rus sefiri Aralov’da vardı51. Merasim geçişi takdirle karşı¬lanmıştı. Geçişten sonra büyük askeri eğlenceler ve milli oyunlar seyredil¬di. Gece Çay kasabasında tertiplenen tiyatroda, muhabere yüzbaşısı Şemsi Bey’in monologları Mustafa Kemal Paşa’nın çok hoşuna gitmişti. Yunan Ordusunun moralinin bozulduğu hakkında haberler gelirken, Başkomutan’ın subay ve erleri büyük bir neşe içinde görmesinin büyük bir değeri vardı52.
Sakarya Meydan Muharebesi’nin üstünden yaklaşık bir yıl geçmiş ve bu süre içinde her iki tarafda gergin bir bekleyişe girmişti. Türk ve Yu¬nan ordularının bu bekleyiş karşısında tavırlarını, milli karakter bakımın¬dan değerlendiren Mikusch, Büyük Taarruz öncesinde her iki tarafın du¬rumunu şöyle dile getirmektedir: “… Bu iki orduda zamandan etkilenme farklıdır, karakterler farklıdır. Türk, bekliyebilme yeteneğine sahipti, sabrı taşmadan bekliyebiliyordu. Soğukkanlıydı, çevresindeki dünyayı pek az umursayabilme gücünü gösterebiliyordu, tok gözlüydü, azla yetinebiliyordu, köylü alışkanlıklarından kaynaklanan basit bir alçak gönüllüğü vardı; bütün bunlar şimdi onun için birer avantaj olmuştu. Sabretmede, yoksul¬luğa katlanmada, hiç sona ermeyecekmiş gibi görünen sıkıntılara, aksilikle¬re dayanmada, düpedüz hiçbir şey yapmadan durabilmede daha güçlü olan oydu. Daha az düşünüyordu, bu nedenle de çaresizliğe daha kolay rı¬za gösteriyordu. Sabırlı bekleyişini dahi yazgının bir belirlemesi olarak görüyordu. Çok eskiden beri büyüklerin uyruklarına itaat etmeye alışmıştı. Ona savaşmak buyruğu verilir, savaşır, ona sabret denir, sabreder, nedeni¬ni ve niçinini sormaz. Aynı zamanda gerçekten demokratik bir bağla, üstü ve astı birbirine kenetlenmiştir. Subayları üstlendikleri yüksek görevlere ve sorumluluklara rağmen hiçbir imtiyazlı durum istemez, basit askerin yoksul hayatını paylaşır, aynı sıkıntılara katlanır… Yunanlı, Avrupalı, böyle değildir. Büyük umutları vardır, ruhça ve bedence hareketlidir, kararsız mizaçlıdır, kanına işlemiş bulunan bir şeyler yaratma, bir şeyler yapma dürtüsüyle, hızı giderek artan bir tempoda daha büyük, daha olağanüstü işlere yönelmeye yeteneklidir, fakat uzun bir süre beklemeye dayanamaz, sabrı çabuk tükenir, hareketsizlik halinde heyecanı felce uğrar, boş kalmak ve can sıkıntısı onun duyarlı sinirlerini örseler, bir eylemde bulunmadan bekleyip durmak, iradesini harap eder. Rahat yaşamaya alışmıştır, yokluk¬lara katlanamaz, böyle bir duruma düşmek, bedenini ve daha ağır biçim¬de ruhsal yapısını zedeler. İçine sokulduğu ortamı “yazgım buymuş” diye uysalca kabullenmeyi bilmez, aksine şiddetle tepki gösterir. Düşüncesi asla dinginlik tanımaz, kendi kendisiyle başbaşa kalınca ve bu başbaşa kalma süresi uzadıkça sorular yöneltir, zihni bulunur, kuşkulara kapılır, güveni sarsılır, inancı körlenir… böyle hiçbir şey yapmadan üstelik hiç aralıksız bir gerilim içinde bekleme, sinirleri daha güçlü olanın- tabiidir ki bu sıra¬da istifini bozmadan durabilenin-işine yarıyacaktı, böyle olan da Türklerdi. Yunan ordusu durgun su gibi kokuşma belirtileri gösteriyordu. Gem vurulamayan içgüdüler yüzeye çıkmış, ruhları sarsılmıştı, bu ruhlar şimdi büyük bir ülküyle (Megali İdea) coşmuyordu artık53.SAD TAARRUZ PLÂNI
Sakarya Muharebesinden hemen sonra, 10 Ekim 1921’de Başkomutan’ın direktifine göre Batı Cephesi’nin hazırladığı planda: Yunan ordusu Eskişehir-Afyon cephesinde iki kolordu ile tesbit edilecek ve Ali İhsan Paşa emrindeki 1 nci Ordu ile güneyden Afyon-Uşak hattına katî neticeli bir taarruz yapılacaktı. Plan, düşmanı İzmir ulaşım hattından ayırıp, kuzeye atma amacını güdüyordu. Harekât’ın kod adı “Sad” idi. Bu isim harekâ¬tın mihveri üzerinde bulunan “Sandıklı” Kasabası’nın ilk harfinin arapçasıdır.
Planın hedefine taarruz edebilmek için yeterli kuvvet olmadığı gibi, demiryolundan uzaklaşmak ve Ahad dağı ile ikiye bölünmek gibi mahzur¬ları vardı.
1.nci Ordu (10 P.Tüm. ve 4 Svr. Tüm.) yığınak bölgesine kaydırılırken, Yunanlılarda ordunun büyük kısmını, 1.nci Ordu’dan daha büyük bir kuvveti, Afyon-Uşak bölgesine getirdiler. Böylece baskın ve kuvvet üstünlüğü sağlanması imkansız hale geldi54.
Yunan ordusunun moralinin bozuk olduğu hakkında gelen haberler, taarruz fikrini besliyor, Mecliste muhalif Grup taarruz edilmesini istiyor¬du. Malî durumda ilkbahara kadar seferi orduyu muhafaza etmeye elve¬rişli görünmüyordu.
Başkomutan, en gerekli ihtiyaçlar sağlandıktan sonra 10 gün içinde taarruz edilmesini istiyordu. Batı Cephesi hazırlıkların bir aydan fazla süreceğini biliyordu. Tam hazırlık yapmadan taarruz etmeye taraftar ol¬mayan Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, hazırlıkların kıştan önce bitmiyeceği kanısında idi.
Aradan bir ay geçtiği halde gerekli ihtiyaçlar (teçhizat, cephane iaşe) tamamlanamadı. Bir taraftan da Sonbahar soğukları ve yağmurlar başladı. Düşman karşı tedbirleri aldıktan sonra “Sad Harekâtı” bitmişti. Hazırlıklar tamamlanmış olsa bile, geniş bir cephe üzerinden ve kışın yaklaştığı bir sı¬rada yapılacak bir taarruz başarılı olamazdı. Hatta Türk Ordusu’nun ikin¬ci bir Sarıkamış felaketine uğraması ihtimali vardı. Sakarya Muharebesi¬nin nasıl kazanıldığı, taarruz için yeterli kuvvet ve araç bulunmadığını tak¬dir edemeyen muhaliflerin taarruz için Başkomutan’ı nasıl sıkıştırdıklarını kendisinin beyanlarında gördük. Düşman ilk bulunduğu vaziyette kalsaydı bir baskın yapılabilirdi. Bunun dışında bir harekete Mustafa Kemal Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın girişmesi zor idi. Nitekim so¬ğukların başlaması, ihtiyaçların karşılanamaması yüzünden taarruz ilkba¬hara bırakıldı.
10 Aralık 1921’de Batı Cephesi’nde hazırlıkları denetleyen Başkomu¬tan araç gereç, malzeme ve cephane ihtiyacının ancak yarısının temin edilmiş olduğunu gördü. Bundan sonra Batı Cephesi birlikleri, Konya demiryoluna dayanarak, savunma düzenine geçti. Bu demiryolunun kuze¬yinden Sakarya Nehri’ne kadar olan cephede 2 nci Ordu teşkil edilerek, Komutanlığına Yakup Şevki Paşa getirildi. Güneydeki kuvvetlerde 1 nci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa’nın emrine bırakıldı.
Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, emrine giren iki ordu komutanından da kıdemsiz idi. Bunlar, noksanların ikmali için genç komutanı sıkış¬tırmaya başladılar. Fakat durum kısa bir zamanda noksanları tamamlamaya elverişli değildi. Genel bir fikir vermek gerekirse 25 Tümenlik Türk Ordusu’nun seferi bütçesi, barış zamanındaki bir Amerikan tümenine ye¬tecek miktardan uzaktı55. Ordu Komutanlarının istekleri gerekli ihtiyaçları kapsamakla beraber bunların hepsini ikmal etmek mümkün değildi. Mümkün olan ile olmayanın sınırlarını iyi çizerek, seret tartışmalar yerine, karşılıklı anlaşmalar daha iyi neticeler verebilirdi. Halbuki bu yüzden İs¬met ve Ali İhsan Paşaların uyuşmazlığı meclis koridorlarına kadar intikal edecekti56.TAARRUZ ÖNCESİ ÎKÎ TARAFIN DURUMU Askeri Durum
Türk Ordusu: Batı Cephesi Komutasındaki birlikler ile kuzeyden güneye, Kocaeli Grubu (Bir Tümen ve küçük müfrezeler) 1 nci Ordu, 2 nci Ordu ve 5 nci Süvari Kolordusundan oluşturulmuş 18 Piyade, 5 Süva¬ri Tümenlerinden ibaretti. Cephe’nin genel mevcudu: 8658 subay, 199283 er, 100352 tüfek, 1025 hafif makineli tüfek, 839 ağır makineli tüfek, 323 top, 5282 kılıç, ve 10 uçak idi. Geyve Boğazı’ndan Gemlik’e kadar olan bölgede, Bilecik ve Bursa’daki düşman kuvvetlerine karşı, Kocaeli Grubu bulunuyordu.
İkinci Ordu: 3 ncü Kolordu Yunan Eskişehir Grubu, 6 nci Kolordu Afyon kuzey cephesinin karşısında bulunuyordu. 2 nci Kolordu Aziziye (Emirdağ) 4 ncü Kolordu Bolvadin’de ihtiyatta idiler.
Birinci Ordu: 8,6 ve 14 ncü Tümenler Afyon güneyini, Dinar, Men¬deres Müfrezeleri ve 3 ncü Süvari Tümeni Ege denizine kadar Menderes vadisini korumakta idi. 1 nci Kolordu (Çay-İshaklı) da ihtiyatta, 5 nci Süvari Kolordusu İlgın bölgesinde, Batı Cephesi Komutanlığı emrinde idi57.
Yunan Ordusu: Üç piyade kolordusundan oluşan 12 piyade, 1 süvari tümeni, ordu bağlı ve destek birliklerinden ibaretti. Bu kuvvetlerin genel mevcudu: 6546 subay, 218432 er, 90000 tüfek, 3.139 hafif makineli tüfek, 1280 ağır malineli tüfek ve 418 top ile 1300 kılıç ve 50 uçaktan ibaretti. Birinci kolordu: 4 piyade tümeni ve 2 piyade alayı ile Afyon güney ve ku¬zey mevkilerinde.
Üçüncü kolordu: Seyitgazi’den Sakarya’ya kadar Eskişehir’in doğu¬sundaki mevzileri tutuyordu.
İkinci kolordu: Döğer-Eğret-İhsaniye bölgesinde ihtiyatta idi.
Siyasî Durum:
Taarruzdan önce Venedik’te bir konferans toplanacağı söylentileri ile İtilaf Devletleri yeniden vakit kazanmaya teşebbüs etmişlerdi. Bununla, muhalefetin savaş yerine müzakereler ile barışa kavuşmayı savunan görüşlerin kuvvetlenmesini sağlamaya çalışıyorlardı.
20 Temmuz’da Fransız Albay Müjen’in Yunanlıların Sevr hattına çe¬kileceklerini bildirmesi üzerine, böyle bir çekilme hareketine karşı gerekli tedbirler alındı. Barışseverliği göstermek maksadıyla, İçişleri Bakanı Fethi Bey Londra’ya gönderildi. 26 Ağustos taarruzunun başarıya ulaşmayı, ta¬sarlanan ve uygulanan bütün taktik ve stratejik hazırlıklara paralel olarak, Büyük Taarruz’un bütün dünyadan kesinlikle gizli tutulmasına da bağlıy¬dı. Çünkü ani bir saldırı ile Yunan ordusunun çökertilmesi, yani, Yunan’ın Anadolu topraklarından sökülüp atılması, aynı zamanda İngilte¬re’nin dünyadaki prestijine de büyük bir darbe teşkil ederdi. Ayrıca, Türkiye’nin zengin kaynakları ve stratejik durumu İngiltere için Yunan zaferini kaçınılmaz kılıyordu.
Bütün bu nedenlerle taarruz hamlesini sınırlı birkaç kişi dışında dünyadan, özellikle İngiltere’den gizli tutmak taarruzun başarısı için kaçı¬nılmaz bir zorunluk haline gelmişti, öyleki taarruz gününe kadar İngilte¬re’yi kuşkulandırmamak için barış dilenciliği yapmakla görevlendirilen Fethi (Okyar) Bey’in bu görevinden, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa bile önceden haberdar olamamıştır58.
Fethi Okyar, “Üç devirde bir adam” adlı eserinde, Gazi’nin kendisine verdiği gizli görevden bahseder. Bu görevde Gazi’nin kendisinden Eylül ayının ortasına kadar bir İngiliz müdahalesini önleyip, önleyemeyeceğini sorar. Fethi Bey, elinden geleni yapacağını, İngiliz müdahalesini önlemek için her çareye baş vuracağını söyler.
Gizlilik taktiğinin ilk adamı Fethi Bey’in Meclis’ten sağlık nedeniyle 3 Temmuz ig22’de istediği izin ile başlar, Entelligence Service ajanlarının Millet Meclisi içine kadar sızdıkları hatta gizli oturum tutanaklarının bile İngiltere Devlet Arşivi’ne aktarıldığı düşünülürse, gizliliğin korunmasındaki olağanüstü başarının değeri daha iyi anlaşılır.
Fethi Bey’in seyahatinin ilk durağı İtalya, daha sonra Fransa ve İngil¬tere’dir. 3 Ağustos’ta Londra’ya geçer. Oyunun asıl merkezi Londra’dır. İtalya ve Paris ziyaretleri birer şaşırtmadır. Yani Türkiye’nin içinde bulun¬duğu zor duruma barış yoluyla bir çözüm sağlayabilmek için bu iki dev¬letten İngiltere nezdinde aracılık talebinde bulunduğu izlenimini yaratmak böylece, eğer varsa İngiltere’nin kuşkusunu dağıtmak amacı güdülmüştür.
Fethi Bey’in hangi tekliflerle geldiğini bilen Lloyd George ve Lord Curzon, “Çok meşgul” pozisyonuna girerek, görüşme yapmaktan kaçmaya başlarlar. Ancak onlar kaçacak, Fethi Bey kovalıyacaktır. Fethi Bey 4 Ağustos’ta Foreign Office’de yetkisiz bir memur tarafından kabul edildi. Bu, Başbakanlık da yapmış bir bakanı-ziyareti gayri resmi de olsa hafife almaktı. Fakat amaç uğruna her şeye katlanılacaktı. Memur, Fethi Bey’e “Lord Curzon’un şehirde olmadığını, eylül sonundan önce gelemeyeceğini” ellerini oğuşturarak anlatmaya çalışır. Zaten istenilen de bu oyalanmak, Büyük Taarruz’a kadar zaman kazanmak, Fethi Bey üzülmüş gibi davra¬nır. Kıdemsiz kâtip tekrar uğramasını önerir.
Fethi Bey’in günlerce Bakan kapılarında randevu dilencisi derecesine düşürülmesinin ve alabildiğine hafife alınmasının etkenlerinden başlıcası Yunan Ordusuna duyulan güvendir. Bir de İngiliz Uzmanlarının “Yunan müstahkem mevkilerini Türkler üç ayda aşabilirse, üç günde aştık diye öğünebilirler” palavrası İngiliz politikacılarını büsbütün gevşemeye itmiştir. Ama, İngiliz askeri makamları, politikacılar kadar iyimser değildir. Özel¬likle İngiliz Genelkurmayı bir Yunan başarısına karşı kuşkuludur59.
Fethi Bey görevi büyük bir başarı ile sürdürür. İngiltere 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz’un farkına ancak 6 Eylül 1922’de varır ve Fethi Bey aracılığı ile mütareke ister60.
İki Tarafın İç Durumları:
Yunanistan: Yıkıcı parti kavgaları, krallık, Venizelestik mücadeleleri, milleti ve memleketi parçalamış, siyaset ordu içine girmişti. Politika afeti bir kanser gibi Yunanistan’ı kemiriyordu. Yunan subay ve erleri bir an önce barışa ulaşmak arzusu içinde idiler. Yunanistan, iktisadi çöküntü, uluslar arası siyasi destekten yoksun ve ümitsizlik içinde idi.
Sakarya Muharebesi’nden sonra Yunan ordusunun morali çok bozul¬muştu. Harbin uzaması, orduya karşı memleketteki kayıtsızlık, subay ve er ailelerinin bakımsız kalmaları, iaşe ve maaşların yetersizliği, moral çöküntüsüne neden oluyordu. Bu sebeplerin yanında partizan politikanın, komünist propagandaların tesirleri büyük olmuştur. Anadolu’nun tahliye edileceğinin anlaşılması da, maksatsız bir muharebe için kan dökmemek duygusunu doğurmuştur, izinli gidenler bir çaresini bulup, cepheye dönmüyorlardı. Son zamanlarda cepheden takımlar halinde firarlar başla¬mıştı61.
Türkiye: Türk milleti de ikiye bölünmüştü. Fakat bozguncular daha çok milli hududların dışında bulunuyor, burada da büyük çoğunluk milli mücadeleyi destekliyordu. Gazi iç cepheye önem veriyor, Meclisi devamlı bilgili kılarak, muhaliflerin olumsuz hareketlerini kontrol altında tutmaya çalışıyor, bazen taviz vererek, bazen sert çıkarak, meclisin çalışmalarını kontrol ediyordu. Milletin sağduyusu ve istiklal aşkı Anadolu’da milli bir¬liği koruyordu.
Türk Ordusunun moralide Sakarya Muhsrebesi’nden sonra daha da yükselmişti. Zafer neşesi, İstiklâl aşkı, maneviyatı beslemiş, memleketin içinde hafiye propagandalarının kırılması, asayiş ve istikrarın sağlanması, morali artırmıştı. Atatürk’ün iç cepheye verdiği önem meyvelerini vermişti.TAARRUZ PLÂNI
İki tarafda savunmada kalarak mevzilerini tahkim ettiler. Kışın zaman zaman iaşe zorlukları ile karşılaşıldıysada, personel, silah, teçhizat ve mal¬zeme ikmali ve özellikle eğitim artmakta, ordunun morali de yükselmek¬teydi. Bunda yurt içindeki huzur ve istikrarın büyük etkisi vardı.
Mustafa Kemal Paşa, 14 Mart 1922’de cepheye gelerek orduyu denet¬ledi. Sonuçta ordunun ilkbaharda taarruza hazır olmadığı anlaşıldı.
Afyon bölgesinde bulunan Yunan siklet merkezi, kuzeye doğru kaydı¬rılmaktaydı. Bu tertip savunmaktan çok taarruz amacı güdebilirdi. Yunan ordusunun yeni durumu, 6-7 tümenle, Türk ordusunun sağına (Emirdağ – Bolvadin) istikametine taarruza elverişli idi. Batı Cephesi böyle bir taarruz ihtimaline karşı, ordu ağırlık merkezini kuzeye alarak, ihtiyatları, Emirdağ Bolvadin bölgesine toplamıştı. Böylece, 1 nci orduda, 6 piyade ve i süvari tümeni kalmıştı. 2. nci Ordu, 11 piyade ve i süvari tümenine çıkarılmıştı.
Yunan taarruz ihtimalinin taarruzumuzun gecikmesine neden olduğu bazı hatıralarda ileri sürülmekteysede, Başkomutan ve Batı Cephesi Ko¬mutanı, İlkbahar’da taarruz etmemek kararında idiler. İçerden ve dışardan sağlanacak silah, malzeme ve teçhizatın birliklere dağıtılması ve yeni birlikler kurulması için zamana ihtiyaç vardı62.
Haziran ayında Yunan Küçük Asya Ordu Komutanı Papulas, emekli¬liğini isteyerek vazifeden ayrıldı. Eskişehir galibi, Sakarya mağlubu Papu¬las, enerjik ve kararsahibi bir komutan olmakla beraber, sabit fikirli idi.1 nci Türk ordusunun komutanı Ali İhsan Paşa’da 20 Haziran 1922’de or¬dudan alınarak hakkında soruşturma açıldı.
Papulas’ın yerine gelen Hacı Anesti (Hadzianesti) ordunun terhis ve sulh istediği bir zamanda emir-komutayı almıştı. Onun grup komutanlık¬larını lağv ederek geniş bir cephe üzerindeki kolorduları İzmir’den idare etmek istemesi yaptığı ilk hata idi. Yunan kaynaklarına göre, Hacı Anesti disiplin sahibi, sert tabiatlı bir komutandır. Hacı Anesti komutayı aldıktan sonra, askerlerin yiyeceği ve diğer ihtiyaçlarını düzelttiği gibi, suistimallerle de mücadele ederek her bakımdan asker babası olmuştu63.
Hacı Anesti, ordunun Bursa-Alaşehir hattına çekilmesini de hükümete teklif etmiştir ki bunun kabul edilmesi, kendisini felaketten, Yunan ordusu¬nu da hezimetten kurtaracaktı.
İngiliz hükümetine göre böyle bir çekilme hareketi, kazanılan şeylerin elden kaçırılmasına sebep olurdu. Yunanistan’ın kuvvetli kaldığını ispat ederek, barış müzakerelerine galip sıfatı ile katılması gerekiyordu. İngiliz hükümeti, İstanbul’u işgal ve Türk sahillerini abluka altına almak konu¬sunda da Yunanlıları destekliyordu. Samsun’un Yunan donanması tarafından bombardıman edilmesi ve abluka teşebbüsünün başlangıcı sayılabi¬lir”.
İstanbul üzerine yürümek için Yunanlılar Trakya’da topladıkları 4 kolorduya, Anadolu’dan bile bir tümene yakın (7 P.Tb. ile Svr. ve Topçu Birlikleri) kuvveti çekmek gafletini göstermişlerdi. İstanbul’u işgal ve Türk sahillerini abluka altına almak kararı, Fransız ve İtalyan hükümetleri tara-fından kabul edilmedi. Ancak Yunan hükümeti, İngiltere’nin teşvikiyle, Komutanlığın Afyon’dan İzmir’e çekilme teklifini kabul etmedi.
1921 senesi sonbaharında hazırlanan “Sad Planı” üzerinde, aradan ge¬çen uzun zaman içinde, arazide yapılan tetkikler, düşman hakkında edini¬len yeni bilgiler ve komutanların düşünceleri sonucunda bazı değişiklikler yapıldı. En önemli değişiklik; kuşatma kanadının Uşak’a kadar uzatılmayarak taarruzun kuvvetli bir siklet merkeziyle Afyon’un güneybatısından yapılması idi. Komutanların çoğuda bu fikir etrafında birleşiyordu, bunla¬rın arasında Ali İhsan Paşa’nın bulunması, hatıratında belirttiği gibi, ona, planı kendisine mal etmek hakkını kazandırmaz65.
Haziran sonunda Batı Cephesi taarruz planı hazırlanmış bulunuyordu.Batı Cephesi Taarruz Plânı:
İkinci Ordu: (5 P.ve 1 Svr. Tüm.) Sakarya nehri ile Akarçay arasın¬dan düşman cephesine taarruz ederek, onun kuvvetlerini bu cepheye bağ¬layacaktı. Düşmanın dikkatini 2 nci Orduya çekmek için bu Ordu, 1 nci Ordudan bir gün önce taarruz edecekti. Cephe çok geniş ve düşmanda üstün olduğu için bu Ordu önemli ve zor bir görev karşısında idi. Ordu, 3 ncü kolordunun bir piyade tümeni ve bir müfrezesiyle düşmanın Eskişe¬hir Grubunu tutacak, bir tümeni ihtiyatta kalacaktı. 61 nci Piyade Tüme-ni ve bir süvari tümeni düşmanın kuzey yanma, 6 nci kolordunun iki tümeni cepheden taarruz edecekti. Birinci ordu: Siklet merkezi ile (9 Tümen) Afyon güneybatısından taarruz ederek düşmanı kuzeye atacak, İz¬mir ulaşım mihverinden ayıracaktı. Bu amaçla, 4 ncü ve 1 nci kolordular Afyon-Şuhut ve Afyon-Sandıklı yolları arasındaki 20 Km.lik sahada taar¬ruz edecek, yanlar birer tümenle korunacak, bir tümende ordunun ihtiyatı olacaktı66.
Süvari kolordusunun kuşatıcı bir tarzda kullanılması düşünülmekte ise de, bunun yapılabilmesi arazinin müsadesine bağlı kalacaktı. Aksi tak¬dirde süvari kolordusu, düşman cephesi yarıldıktan sonra kullanılacaktı.
Kocaeli ve Menderes bölgelerindeki kuvvetlerde karşılarındaki düşman kuvvetlerini taarruzla yerlerinde tutacaklardı.
Güneyde katt ı netice alınırken düşmanın kuzeyden karşı taarruz yap¬ması da dikkate alınarak, 2 nci kolordu ihtiyatta bırakılmıştı 67.
Bu planın başarısı 2 nci ordunun üstün düşman kuvvetleri karşısında tutunabilmesine, Afyon güneyinde yapılacak yığınağın düşmandan gizle¬nerek taarruzun baskın tarzında yapılmasına, 1 nci ordununda taarruzun ilk gününde düşman cephesini yarmasına bağlıydı. Bunların sağlanabilme¬si içinde kat’î netice yerinde daha fazla kuvvet bulundurmak gerekiyordu.
Temmuzun ilk günlerinde Batı Cephesi’nin planını inceleyen Başko¬mutan iki tümenin daha asıl taarruz bölgesine alınmasının uygun olacağı¬nı bildirmişti. Pek zayıf kalan 2 nci ordunun, elinde bir ordu ihtiyatı bu¬lundurması istenirken, 1 nci ordu ve üç tümenle daha takviyesini istiyor¬du. Sorun, 2 nci kolordu iki tümenle güneye alınarak ve onun bir tümenide 2 nci ordu bölgesinde bulundurulmak şeklinde çözüldü. 2 nci ordu bölgesinde ihtiyat bulundurmak emniyetli bir tedbir idi. Ancak, güneyde baskın tarzında seri netice alınanında hayati önemi vardı. Neticede tehli¬keyi göze alarak, bütün 2 nci kolordunun güneye alınması çok cüretli bir hareket tarzı oldu.
Plana göre, 2 nci Ordu, 5 tümenle (50000 personel) 120 Km.lik geniş bir cephe üzerinde bulunan 8 düşman tümenine (100000 personel) taarruz edecekti. Ordu komutanı bir tümenini ihtiyatta tutmak istediğinden, Eski¬şehir cephesine, Porsuk müfrezesi ile 41 nci tümen tahsis olundu. Böylece 40000 mevcutlu bir Yunan kolordusuna karşı 10000 kişi kalıyordu ki üste¬lik Ankara istikameti de açık bırakılmıştı.
İki tümeni olan 6 nci kolordu, düşmanın Afyon kuzeyindeki mevzile¬rine, 3 ncü kolordunun 61 nci tümeni de bu mevziîn kanadına taarruz edecek, Süvari tümenide, düşmanın gerilerine doğru tesir yapacaktı. 3 ncü kolordunun bir tümeni de ihtiyatta bırakılmıştı.
1 nci Ordu’nun taarruz Planı: Ali İhsan Paşa ordudan ayrıldıktan sonra, yerine bir süre Fahrettin Paşa vekâlet etti. Sonra ordu komutanlığına merkez ordu komutanlığından açıkta kalan Nurettin Paşa getirildi68. Nurettin Paşa, taarruz görevini aldıktan sonra, bir heyeti keşif yapmak üzere cepheye gönderdi. Üç günlük keşif sonunda şu neticeye varılmıştı:
Mevziîler arasında büyük gedikler bırakan düşman, mevziîlerin ileri¬sindeki büyük arazi parçalarını elde bulundurmayı, kuvvetli emniyet ted¬birleri almayı ihmal etmişti. Bundan faydalanan keşif heyeti, düşmanın yakınlarına kadar sokulmayı başarmıştı. Taarruz esnasında düşmanın bu zaafından yararlanan Türk Birlikleri, hiç bir mukavemetle karşılaşmadan Taarruz Mevziî’sine kadar ilerlemişlerdir.
Hazırlıkları gizlemek ve baskın sağlamak için, birliklerin Koca Tepe (1900 m) arkasında toplanması gerekiyordu. Bu tepeden, 1310 rakımlı Erkmen Tepesi’ne kadar uzanan plato, büyük bir kuvvetin ilerlemesine el¬verişli idi. Erkmen Tepesi’nin ele geçirilmesi halinde düşmanın Afyon cephesinde tutunması mümkün olamazdı69.
Taarruz bölgesinde esas yol olarak yanlız Sandıklı’dan Afyon’a giden yol vardı. Tınaz Tepe’nin batısından geçen bu yoldan yararlanmak gerek¬tiği için (Erkmen-Belen ve Tınaz Tepeler) 12 Km.lik saha yarma bölgesi olarak kabul edildi.
Seçilen yarma bölgesi, emniyet gizlilik ve baskın bakımından çok elve¬rişli olmakla beraber, buraya tahsis edilen iki kolordu, düşman ihtiyatları¬nın müdahalesinden önce, cepheyi yarmaya yeterli değildi. Tümenlere 2,5 – 3 Km.lik normal taarruz cepheleri verebilmek için birinci hatta üç tümen bulundurulması, yeterli derinlik sağlamak için üç tümen ve iki kol¬ordu ile ordu ihtiyatlarının bölgede bulunmaları gerekiyordu. Yanların emniyetide dikkate alınınca ordunun üç tümene daha ihtiyacı olduğu or¬taya çıkıyordu.
Afyon güneyindeki 10 Km.lik sahada bir tümen bırakılarak, yarma bölgesinde daha çok kuvvet bulundurulması sağlandı. Asıl taarruz bölgesi¬nin iki tümenle takviyesi, daha önce Başkomutan tarafından istenmişti. 1-nci Ordu’nun da bir kolordu daha istemesi üzerine Batı Cephesi Komuta¬nı, 2 nci kolordunun kat’î netice yerine getirileceğini bildirdi. Böylece Af¬yon güneyinde 12 Piyade ve 3 Süvari tümeni toplanacaktı.
Başkomutan’ın, Fevzi ve İsmet Paşalarla, 1 nci ve 2 nci Ordu Komu¬tanlarının ve bazı kolordu komutanlarının iştirakiyle 20 Ağustos 1922’de Akşehir’de yaptığı toplantıda, planın tatbik tarzı ve komutanların aldıkları tedbirler görüşüldü. Bu arada, Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım Gündüz’ün, 1 ve 2 nci orduların aynı günde taarruz etmeleri hakkındaki teklifi, Başkomutan tarafından kabul edildi. 2 nci ordunun kuvveti, bir gün önce taarruz ederek bütün düşman kuvvetlerini kendi üzerine çekmek gibi cüretli bir hareket tarzına yeterli olmadığı gibi, baskın da ancak iki ordunun aynı zamanda taarruz etmeleriyle sağlanabilirdi70.
Yunan Harekât Plânı:
Sakarya yenilgisinden sonra stratejik taarruz fikir ve uygulamasından vazgeçmek zorunda kalan Yunan ordusu, Batı Anadolu’yu elde tutmak, savaşı uzatmak, siyasal anlaşmazlıklardan güç almak ve kendilerince yöne¬lebilecek Türk taarruzlarını hazırlanmış mevziîlerde kırarak sonuca ulaş¬mak fikrini benimsemişti. Bu amaçlara ulaşmaksa, Marmara ve Ege kıyı¬larına uzanan ana stratejik doğrultuları kapsayan Eskişehir-Afyon savunma mevziîlerinde Eylül 1921 sonlarından itibaren kuvvet çoğunluğu Afyon bölgesinde olamak üzere yerleşerek berkitmeye hız vermekti.
Mevziî, sağkanadıyla Zafer Dağları üzerinden batıya kıvrılarak bir kol¬tuk durumunda, sol kanadıyla da Bozdağlar’ından Sakarya Vadi’sinin de¬rinliklerine dayanmaktadır. Yunan Başkomutanlığı, bu kanatları korumak¬la görevlendirdiği ikinci derecedeki kuvvetleriyle de asıl mevziîn kuzey ucunu Gemlik Körfezi’ne, güney ucunuysa, Büyük Menderes dirseğinden itibaren Nehri önüne alarak Ege kıyılarına değin uzanan 700 Km.lik bir cephe oluşturmuştur71.
TAARRUZ ÎÇÎN TERTİPLENME
26 Ağustos günü taarruzun başlayabilmesi için birliklerin 24 Ağustos akşamına kadar, taarruz bölgelerine intikal etmeleri gerekiyordu. 2 nci kolordu Aziziye (Emirdağ)’den, 4 ncü kolordu Bolvadin’den 1 nci kolordu da Çay’dan Afyon güneyi bölgesine, Süvari kolordusu da Ilgın’dan Sandık¬lı’ya yürüyecekti. 7-8 gün sürecek yürüyüşlerin düşman uçaklarından ve istihbaratından gizlenmesi de çok önemli idi.
Hareketleri gizlemek için gece yürüyüşleri yapılmış, gündüz konakla¬mak içinde ağaçlık ve örtülü yerler seçilmiştir. Alınan tedbirlerin, haber alınan düşman taarruz hazırlıklarına karşı, savunma amacıyla yapıldığı duyurulmakta idi. Öz Türklerin yaşadığı bu bölgede düşman istihbaratı¬nın felce uğratılması, birliklerin de gündüzleri gizlenmeye çok önem ver¬meleri, taarruzun baskın halinde yapılmasını sağlamıştır72.
1 nci ordu, 24 Ağustos akşamına kadar yığınak bölgesinde toplanarak, birlikler gerekli arazi çalışmalarını ve hazırlıkları yapmak fırsatını buldular. Başkomutan’ın karargahı Şuhut’ta kuruldu73.
2 nci ordunun tertiplenmesi oldukça kolay olmuştur. 41 nci tümen, düşmanın Seyitgazi mevziî karşısında, 6 nci kolordu da Afyon kuzey cephesinde bulunuyordu. 61 nci tümen Sivrihisar batısından düşman kuzey kanadına (Burhaniye’ye), Süvari tümeni bunun kuzeyine (Yapıldak-Bahşayiş) bölgesine yürütülmüş, bir tümende ihtiyat olarak Bağlarca’da toplanmıştı.
1 nci ordu bölgesinde; sağdan itibaren, 8, 14 ve 6 nci tümenler cepheyi örtmekte idiler. 4 ncü kolordu, 8 nci tümenin gerisinde ve Koca Te¬pe doğusunda, 1 nci kolordu, 14 ncü tümenin gerisinde ve Koca Tepe batısında, Süvari kolordusu da Sandıklı da toplandı. 2 nci kolordu da ihtiyatı teşkil etmek üzere Efesultan-Şuhut-Sandıklı bölgesinde toplanmakta idi.
AFYON MEYDAN MUHAREBESİ
Türk ordusu 25 Ağustos 1922 tarihinde taarruz hazırlıklarını tamam¬lamıştı. Yunan ordusunun durumunda önemli bir değişiklik yoktu. Yunan Başkomutanı Hacı Anesti’nin karargahı İzmir’de Türk Başkomutanı Mus¬tafa Kemal Paşa ise cephede bulunuyordu.
Yunan Genel Karargahı cepheye çok uzak olduğu için bir Türk taar¬ruzunda Başkomutan müdahale edene kadar, Afyon bölgesindeki birlikle¬rin emir ve komutası 1 nci kolordu komutanı general Trikupis’e verilmişti. Trikupis’in dört tümenli 1 nci kolordusu Afyon etrafındaki mevzilerde, 2 nci kolordu (Döğer-Eğret) bölgesinde ihtiyatta idi. Ayrıca Uşak’ın doğu ve güneyinde bir piyade ve bir süvari tümeni vardı.
General Trikupis, keşif uçakları ve istihbarat sonucu, 30000 kişilik bir Türk kuvvetinin Afyon güneyinde toplandığını öğrendi. Bu bilgiler üzerine 2 nci kolordunun Eğret’te bulunan 7 nci tümenini 25 Ağustos’ta güneye Bal Mahmut istikametinde yürüyüşe geçirdi74.
Afyon güneyinden başlayarak batıda Ahır Dağı’na kadar devam eden 30 Km.lik mevziîde 4 ve 1 nci Yunan tümenleri vardı. Ahır-Dağı’nın 15 Km.lik kısmı boş bırakılarak yanlız Toklu Sivrisi, topçu ile takviyeli bir alay tarafından tutulmuştu. Bir alayda ihtiyatta idi.
7 nci tümende geldikten sonra Türk taarruzu üç tümen ve iki müsta¬kil alayla karşılanacaktı. Bu geniş cephenin savunulması için bunlar yeterli değildi. Alınan yarım tedbirlerden ve 25-26 Ağustos gecesi Afyon’da balo verilmesinden, General Trikupis’in Türk taarruzunu büyük bir ihtimal da¬hilinde görmediği anlaşılmaktadır.
2 nci ordu Porsuk Müfrezesi ve 41 nci Tümenle Eskişehir doğusunda Bozdağ-Hamidiye-Seyit Gazi mevziînde bulunan 3 ncü Yunan kolordusu¬nu, üç piyade ve bir süvari tümeni ile de Afyon kuzeyinde bulunan beş Yunan tümenini taarruzla tesbit edecekti.
2 nci ordu karşısındaki kuvvetleri tutarken, güneyden 1 nci ordu büyük bir kuvvet çoğunluğu ile düşman cephesini yaracaktı. 1 nci ordu¬nun taarruz tertibi şöyleydi:
4 ncu kolordu, Afyon’dan Belen Tepe’ye kadar olan Yunan mevziîle¬rine taarruz edecekti. Afyon güneyi-Kalecik Sivrisi-Erkmen Tepelerinde bulunan mevziîde 4 ncü Yunan tümeni vardı75.
1 nci kolordu Belen Tepe-Tınaz Tepe-Kılınçarslan Beli-Çeğil Tepe mevziîni tutan 1 nci Yunan tümenine taarruz edecekti.
1 ve 4 ncü kolordular dörder tümenli idiler. Ancak Yunan tümenleri 1/3 nisbetinde daha kuvvetli oldukları için düşman kuvvetlerine karşı 3 misli üstünlük temin edilebilmişti. Kolordular kendi iç kanatlarında ikişer tümenle ağırlık merkezi yaptıkları için yarma bölgesi olan Kalecik Sivrisi-Erkmen Tepe-Belen Tepe-Tınaz Tepe’de düşmana karşı 5 misli üstünlük sağlanıyordu. Trikupis’in getirdiği 7 nci tümene karşılık, dört Türk tüme¬ni ihtiyatta idi.
Yunan cephesini yarmak için yeterli üstünlük sağlanmışsada Diğer-İhsaniye bölgesindeki 2 nci Yunan kolordusu yetişmeden önce cephenin yarılmasının hayati önemi vardı. Sandıklı batısında toplanan süvari kolor¬dusunu bir an evvel düşman gerilerine saldırtmak suretiyle düşman ihti¬yatlarının hareketlerini geciktirmek mümkün olacaktı.
Süvari kolordu komutanı, Tokuşlar köyündeki Türklerden, Ahır Dağı’ndan Sincanlı ovasına inen bir patika olduğunu,bu geçidin gündüz ve süvari bölüğü ile tutulduğunu ve gece bu bölüğün geriye çekildiğini öğrendi. Süvari kolordusu ile düşman gerilerine saldırmak için fırsatlar aranırken elde edilen bu çok kıymetli bilgi ve Fahrettin Paşa’nın teklifi üzerine süvari kolordusu 25-26 Ağustos gecesi Ahır Dağı geçidinden Sin¬canlı Ovası’na geçirildi. Taarruzla beraber süvari akınları büyük bir süpriz yapacak ve moral bozacaktı.TAARRUZ MEVZİÎLERİNE İNTİKAL
25 Ağustos akşamı güneş battıktan sonra birlikler hazırlık mevzilerine intikal ettiler. Gece yürüyüşleri tam bir sessizlik ve intizam içinde yapıldı. Saat 22.00’ye kadar, hücum mevziîlerine yaklaşmak için gereken tertipler alındı76. Kat’î netice Kalecik Tepe-Tanız Tepe-Belen Tepelerin bulunduğu 12 Km.lik sahada alınacaktı.
4 ncü kolordu, 5 nci tümenle, Kalecik Sivrisi-1310 Rakımlı Erkmen Tepe mevziîne, 11 nci tümenle de bunun solundan Deliktaş istikametinde taarruz edecekti. 6 Km. genişliğindeki cephesinde düşmanın bir topçu ta¬buru ile takviyeli bir piyade alayı ve gerisinde de ihtiyatta bir alayı vardı.
1 nci kolordunun 23 ncü tümeni Belen Tepe’ye, 15 nci tümeni de Tınaz Tepe’ye taarruz edeceklerdi. Belen ve Tınaz Tepeler arasında 1,5 Km.lik bir mesafe vardı. Düşman bu tepeleri ikişer taburla tutmuştu. Bunların gerisinde bir alay ihtiyatta idi.
Tümenlerin karşısında ihtiyatlarla beraber birer alay kadar düşman kuvveti vardı, tümenlere verilen taarruz cepheleri 2,5-3 Km.idi. Yunan alayları Türk alaylarından silah ve malzemece üstündü. Yunan birlikleri tahkim edilmiş mevzileri işgal ve savunuyordu. Arazinin dağlık ve sarp ol¬ması da taarruzu Tahkim edilmiş bir mevziîe yapılacak taarruzun çok kuvvetli topçu desteğine ihtiyacı vardır. Tümen topçu taburları, 12 toplu (2 dağ ve 1 sahra bataryası) idi. Yarma bölgesinde 48 hafif top vardı. Batı Cephesi’nin 1 nci Ordu, 1 nci ve 2 nci kolorduların topçu taburları (50 top) da bu bölgeye getirilerek top mevcudu 98’e çıkartılmıştı77. Yunanlıla¬ra karşı yarma bölgesinde 4 misli bir topçu üstünlüğü sağlanmıştı.TAARRUZ’UN BİRİNCİ GÜNÜ (26 Ağustos 1922)
Saat 04.30’da ateşe başlanması gerekirken, fazla sis nedeniyle, bütün cephede topçu tanzim ateşleri saat 05.00’da başladı. Ağır topçunun tanzim ateşi saat 05.25 de-hafif topların daha erken- bitmişti. Saat 05.35’de 10 da¬kikalık tahrip ve arkasından imha ateşine geçildi. Tahrip ateşinin açılma-sıyla birlikte piyadeler ilerlemeye başladılar77. Karanlıkta ilerleyen avcı birlikleri, Yunan mevzilerine 400-500 m. yanaştılar. Saat 5,3o’da 4 ncü kolordunun 5 nci tümeni Kalecik Sivrisi’ni ele geçirdi. 11 nci tümen düşman mevziîlerine yaklaşmış isede kendisine 5 nci tümenle birlikte ikin¬ci mevziîe taarruz emri verildi.
26 Ağustos sabahı yapılan topçu ateşlerinin büyük başarısından bura¬da kısaca bahsetmek istiyoruz. İnönü hatıralarında bu olayı şöyle anlatır: “Topçu ateşinin başlamasından birkaç saat sonra piyadelerimiz yanaştı. 1 nci Ordu cephesinde, bizim muharebeyi idare ettiğimiz ve netice alacağı¬mız yerde, topçu ateşi başladığı zaman Yunan topçusu da muharebe ediyordu. Bu birkaç saatlik muharebeden sonra Yunan topçusu sustu. Düşman topçu ateşi tamamıyla kesilmişti. Bu andan itibaren yanlız biz ateş ediyoruz. Düşman siperlerini, tel örgülerini dövüyoruz. Taarruzun ilk günü ve ilk saatleri. Biz mütemadiyen dövüyoruz, düşman topçusu cevap vermiyor. Bir türlü mana veremiyoruz. Düşman topçu ateşinin böylesine kesilmesi, bizde, ricata karar verdiler tesiri yaptı. Taarruz’un şiddetini ar¬tırdık, cepheyi zorladık, fakat son derece mukavemet ediyorlar, düşman piyadesinde hiç ricat edecek hal yok. Gayet inatçı ve çetin olarak sebat ediyorlar. Bir seneden beri hazırlanmışlar. Tel örgüleri var, çeşitli manialar var. Muhtelif yerlerde hücum etmek için teşebbüsler yaptık Düşman inadına yerinde duruyor ve kıpırdamıyor. Hiçbir yerde düşman hatlarını söktüremedik, çözemedik. Topçusu da olmadığı halde, Yunan cephesini akşam karanlık basıncaya kadar çözemedik.”78
İnönü, bu konu ile ilgili gerçekleri esir edilen general Trikopis’e şöyle sorar:
“Muharebenin başladığı ilk günü topçu ateşini niçin çabuk kestiniz? Biz günün ortasından itibaren yanlız başımıza topçumuzu kullandık, tesir ettik. Biz cepheyi dövüyorduk ve siz mukabele etmiyordunuz. Halbuki henüz daha ricata karar vermemiştiniz. Çünkü piyadeniz gayet sert duru-yordu.” Trikopis;
“Ben topçu zabitiyim” dedi. “Tahkik ettim, siz de topçu subaymısınız. Bataryalarımız ilk saatten sonra ateş edemez hale geldiler”
“Nasıl oldu?”
“Bataryaların İleri Gözetleyici noktaları çok ileride seçilmişti. İleri Gözetleyici noktaları ile bataryalar kablo ile birbirine bağlı idiler. Orada komuta ediliyordu. Sizin topçu ateşiniz o kadar şiddetli ve muntazam başladıki, kendi toplarımızı isabetle kullanalım diye çok ileriye sürdüğümüz gözetleme mevkilerinin hepsi düştü, tahrip oldu. Toplar içinde mermi ol¬duğu halde duruyor, fakat komuta eden adam yok. Gözetleme mevkilerin¬deki subay ve erlerin bir kısmı öldü, telefon kabloları koptu ve bu suretle ateş edemez hale geldik.
İnönü, bu durumu, topçu okulunun bir yıl dönümünde, topçu, piya¬de işbirliği şeklinde anlatır. İleri gözetleyicilerin çok ileriye çıkarılmasının, Büyük Taarruz ve Yunanlılara büyük zarar verdiğini söyler.
Aynı konuyu 4 Ekim 1922’de TBMM’de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’da ele alır ve şöyle der. “Arkadaşlar topçularımız bu mevziîlere gece geldiler ve karanlık içinde mevziî aldılar ve fecirle beraber bütün dünya¬nın gözleri açıldığı zaman ateşe başladılar, eksiksiz takdir ve hürmetle bu¬radan zikretmek isterim ki, topçularımız o gün göstermiş olduğu metanet ve vukuf, bütün dünya topçuları için, misal olacak mahiyetteydi. Askerlik ha¬yatımda bu kadar mükemmel bir topçu ve bu kadar mükemmel idare edilmiş bir topçu ateşi nadiren gördüm.”79
Günümüzde de artan menzil, sürat, ateş ve tahrip gücü ile topçunun, savaş alanının görünmez kahramanı olduğunu kabul etmek gerekir.
1 nci kolordu bölgesinde 23 ncü tümen, Belen Tepe’ye taarruz edi¬yordu. Onun solundaki 15 nci tümenin 38 nci alayı 06.55’te Tınaz Te¬pe’ye girmeye başladı, sonra diğer alaylar hedeflerini ele geçirdiler. Daha solda geniş bir cepheden taarruz eden 14 ncü tümende Kılınçarslan Tepe’yi zapt etti.
25-26 Ağustos gecesi Sandıklı batısından 1 ve 14 ncü tümenleriyle ha¬reket eden 5 nci süvari kolordusu, kılavuzların yardımı ile öğleye kadar boğazı geçerek Sincanlı Ovası’nda toplandı. Sahra topçu taburu, telsiz aracı ve tekerlekli taşıtlar geride bırakılmıştı80.
Saat 07.00 da 5 ve 15 nci tümenler düşman mevziîlerine girmişlerdi. 11 nci tümen plan gereği bekliyordu, ancak 23 ncü tümen geç kalmıştı. Bu tümenin kurmay Başkanı olan General Fahri Belen bu gecikmeyi şöyle açıklar:81 Tümen Komutanı Ömer Halis Bey (Korgeneral Halis Bıyıktay) Eskişehir Muharebelerinde gece düşman mevziîlerine yaklaştığı halde yandaki tümenlerin yaklaşmamaları nedeniyle tek başına kalarak, tümeni felakete uğramıştı. Ömer Halis Bey bu acı hatıranın etkisi altında idi. Yanlardaki tümenlere irtibat subayları göndererek onların ilerledikle¬rinden emin olmak istiyordu. Gecenin karanlığında, dağlık arazide bu su¬baylar geciktiler. Geldikleri zaman da güneş doğmak üzere idi, Birlikler ilerlemeye başladığında hava ağarmış ve düşman ateşi başlamıştı. Arazinin çok sarp olduğu bu bölgede taarruz yavaş yavaş gelişmekte idi.
Saat 07.30 da düşmana 1000 m. kadar yaklaşıldığında, tümen komu¬tanı telefona çağrılarak azarlandı. Telefonda konuşan Mustafa Kemal Paşa idi. Atatürk’ün Kocaçimen’de çekilen meşhur fotoğrafının telefon başına giderken çekildiğini Ordu Harekât Şube Müdürü Cemil Bey söyler82. Er¬tesi gün de Başkomutan bir harp hediyesi göndererek Halis Bey’in gönlünü alır.
Bugün düşman mevziîlerinin yanlamaması halinde ertesi gün düşma¬nın büyük ihtiyatlarının gelmeleri ve karşı taarruz yapmaları mümkündü. Saat 09.00 da Belen tepe’nin düşmesi olumlu gelişmeler gösteren taarruz hareketine yeni bir başarı eklenmişti ancak bundan sonra taktik durum kritikleşmeye başladı.
4 ncü kolordu Kalecik’teki düşman birinci mevziîni aldıktan sonra düşmanın Erkmen Tepe sırtlarındaki ikinci mevziîsine taarruza başladı. Bu taarruz başarılı olamadı. 5 ve 11 nci tümenlerin karşısında düşmanın bir alayı bulunuyordu. Birinci mevziîsini kaybeden düşman tümen ihtiya¬tını süratle ikinci mevziîye yetiştirdi.
4 ncü kolordu ilk başarının neşesi içinde, yarma sahasını genişletmek istedi. 5 nci tümenin sağında düşmanın bir mevziî çıkıntısını ele geçirmek amacıyla 5 nci tümen ihtiyat alayını ve kolordu ihtiyatından diğer bir ala¬yı Küçük Kalecik kuzeyindeki bu mevziîe taarruza geçirdi. Başarı ile geli¬şen bir taarruzu ihtiyatla desteklemek gerekirken, yeni bir taarruz hedefi yaratmak hata idi.
Topçu ateşide iki hedefe bölünerek zayıflamıştı. Düşman’ın önemli bir takviye aldığı sırada, düşmanın birinci mevzisini alan bir tümenin ihti¬yatını elinden almak ve ihtiyatları başarıyı genişletmek için değil de, tali bir hedefe karşı kullanmak ve topçu ateşinide bölmek yüzünden 4 ncü kolordunun taarruzu durmuştur.
1 nci kolordu cephesinde düşman mevziîne giren ve başarıyla, ilerle¬yen 15 nci tümen, düşmanın karşı taarruzu üzerine saat 14.00 ten itibaren çekilmeye başladı. Bunda, Tınaz Tepe kuzey yamacına geçen birliklerin topçu desteğinden mahrum kalması ve 38 nci alay komutanı Yarbay İlyas Bey’in yaralanmasının da tesiri vardı. Burada akşama kadar durum kritik¬ti83. Yanlız 56 nci alay iki tepeyi muhafaza ediyordu. 14 ncü tümenin Kırca Arslan Tepe’sine giren birlikleri de geri çekilmişti.
15 nci tümen bölgesinde gelişen düşman karşı taarruzu üzerine, San¬dıklı kuzeyinde ihtiyatta tutulan 3 ncü tümen Tınaz Tepe istikametinde yürüyüşe geçirildi. Bilen Tepe’yi alan ve onun kuzeyindeki Türkmen Tepe’ye taarruza hazırlanan 23 ncü tümene de tasarrufu mümkün olan bütün kuvvetiyle 15 nci tümene yardım etmesi emredildi. 23 ncü tümen Türkmen Tepe’ye taarruza hazırlanıyordu. Bu son mevziî alınırsa, tümen Sincanlı Ovası’na inerek düşmanı tehlikeli bir duruma sokabilirdi. Bu nedenle, 15 nci tümene direkt yardım emri alınınca, son durum üst komu¬tanlığa arz edildi, fakat olumlu cevap alınamadı.
15 nci tümenin karşısında bir alay vardı. Bir alayda bunu takviye et¬mişti. İki alaylık bir karşı taarruz, 15 nci tümeni sarsmış isede bu kuvvet ordu cephesinde tehlikeli bir durum yaratmaya yeterli değildi. Düşman 23.ncü tümenin karşısına da yeni kuvvet getirmişti. 23 ncü tümen, büyük kısmını toplayıp, 15 nci tümene yardım edinceye kadar da akşam olacaktı. Bu durumu dikkate alan tümen komutanı, yanlız ihtiyattaki 31 nci Alayla Tınaz Tepe’ye ilerleyen düşmanın yanına taarruz etmeye karar verdi. An¬cak, bazı gecikmeler, Türkmen Tepe’ye yapılacak taarruzu ertesi güne bı¬rakmaya neden oldu84.
Bir taraftan 23 ncü müfrezesinin (31 nci Alay) düşmanı yandan sıkış¬tırması diğer taraftan akşama doğru yetişen 3 ncü tümenin 15 nci Alay’ı ile 15 nci tümen cephesinin takviye edilmesi, düşman karşı taarruzunu kırdığı gibi, 15 nci tümenin 56 nci Alay ile yaptığı süngü hücumu ile du¬rum düzeltilmişti.
Ahır Dağı’nı aşan süvari kolordusu, öğleye kadar, Çay Hisar güneyin¬de toplandı. Kolordu komutanı, Ayvalı-Bakırcık sırtlarını tutarak, düşman ihtiyatlarının hareketlerini geciktirmek istiyordu85. 1 nci Ordu Komutanı da cephedeki taarruzun başarılı olması için, süvarinin düşman mevziîleri¬nin gerilerine taarruz etmesini emretmişti. Bu emiri de dikkate alan kolor¬du komutanı, Ordu’nun isteğini yanlız 2 nci tümen ile yaparak ona Kırka istikametinde taarruz etmek, vazifesini verdi. Bu tümen, kuvvetli mukavemetle karşılaşıp, ağır zaiyat verdi.
1 nci süvari tümeni, Ayvalı, 14 ncü tümen de Düz Ağaç istikametinde ileri sürüldü. 1 nci tümen Bal Mahmut istasyonundan gelen bir Yunan taburu ile karşılaştı. Bir piyade alayının ateş kudretine sahip olan zayıf süvari tümenlerinin savunma mevziîlerine çarpmayarak, düşman gerilerine tesir etmeleri gerekirdi. Süvari birliklerinin yanlarda emniyet kuvvetleri bırakarak, topluca kuzeye doğru ilerlemeleri uygun olurdu86.
1 nci Ordu’nun yaptığı geniş cepheli taarruz düşmanı tespit etmek maksadını güttüğü için bu ordu cephesinde büyük başarı beklenmiyordu. 2 nci Ordu’nun kuzey kanadında bulunan 61 nci tümen Kaz Uçuran Te¬pe’sine yaptığı taarruzda başarılı olmuşsa da karşı taarruza uğrayarak, geri çekilmiştir.
Bugünkü kazanç, 4 ncü kolordunun düşmanın birinci hattını, 23 ncü Tümenin Belen Tepe’yi ele geçirmesinden ve süvari kolordusunun düşman gerisine tesir etmesinden ibarettir. Tınaz Tepe’de büyük bir başa¬rı sağlayan 15 nci Tümen uğradığı karşı taarruz nedeniyle ancak mevziî¬nin bir parçasınında tutunabilmişti. 14 ncü Tümen’de ele geçirdiği Kılıç Arslan mevziîni terk etmişti. Yunan Komutanlığı, yaptığı karşı taarruzlarla uğradığı büyük krizin geçtiğini zannediyordu. Dokuz tümenini trenle Af¬yon’a nakletmek, Afyon kuzeyindeki tümenlerden taburlar alarak 27 Ağustos 1922 sabahı karşı taarruzlarına devam etmek istiyordu.
General Trikopis’in kuzeyden getirdiği 7 nci tümen, 1 nci tümen ko¬mutanı General Frangos’un emrine verilmişti. Bu tümenin bir taburu, süvariye karşı kullanmak, iki taburu Çekil Tepe’ye, bir alayı Kılınç Arslan Beli ve Tınaz Tepe’ye, bir alayı da Boyalı’ya gönderilmek suretiyle parça¬lanmıştı.
7 nci tümen parçalanmıyarak, süvari kolordusuna karşı bir emniyet kuvveti bırakıldıktan sonra toplu olarak kullanılsaydı, Yunanlılar, Tınaz Tepe’yi ele geçirebileceklerdi. Ancak, Türk Ordusunun ihtiyatında 4 ncü tümenin bulunduğu ve Yunan ihtiyatlarınında uzakta oldukları düşünülürse, Türk taarruzlarını durdurmak olanaksızdı87.
General Trikopis, toplayabildiği kuvvetler ve Döğer’den nakledeceği 9 ncu tümenle Erkmen-Tınaz Tepe istikametinde karşı taarruzu düşünürken, Ordu’dan 2 nci Kolordu’nun (9 ve 13 ncü tümenler ile) Af¬yon kuzey cephesindeki 5 nci tümen ve Seyitgazi’deki 15 nci tümeni de alarak Bavurdu-Çay istikametinde 2 nci Türk Ordusunun yan ve gerileri¬ne taarruz etmesi, 1 nci kolordunun da Afyon mevziîlerini savunması em¬redildi.
Taarruza tahsis edilen dört tümenlik kuvvetten bir alay (9 ncu tüme¬nin 26 nci alayı) Trikopis tarafından trenle Afyon’a nakledilmekteydi. 5 nci Tümenden de taburlar alınmıştı. Elde kalan 3,5 tümenlik bir kuvvet, 2 nci Ordunun yan ve gerilerine yapılacak bir taarruz için yeterli değildi.
Yunan Başkomutanlığı, 27 Ağustos gününü kuvvetlerin hazırlanmalarına tahsis ederek 28 Ağustos’ta karşı taarruz yapmak istemiş ise de 2 nci kol¬ordu komutanı Diyenis bu taarruzun ancak 29 Ağustos’ta yapılabileceğini bildirdi. Karşı taarruzun 28 Ağustos günü yapılması, General Trikopis’in Afyon güney mevzilerini muhafaza etmesi şüpheli idi.
Ordu Komutanının emri Trikopis’i hayal kırıklığına uğrattı. O, ku¬zeyden yapılacak taarruzdan vazgeçilmesinde ısrar ediyor, Ordu Komutanı ise, emrinin yapılmasını istiyordu. Bu anlaşmazlık, Yunan Ordusunu fela¬kete sürüklemekte idi.
Trikopis’in hareketi pasif, Hacı Anesti’nin ki ise aktifti. O,düşman ira¬desine boyun eğmeyeceğini açıkça bildirmişti. Cephede bulunarak durumu yakından takip edemeyen Hacı Anesti’nin İzmir’den öğlen verdiği emir akşam kolordulara ulaşmış, bu süre içinde önemli değişiklikler olmuştu. Artık ordunun aktif bir harekete takati kalmamıştı. İki başlı bir emir ko¬muta, Yunan kuvvetlerinin zamanında ve yerinde kullanılmasına engel ol¬muştu. Eskişehir’deki 3 ncü kolordu ile 2 nci kolordunun 2 tümeni kullanılmıştı.TAARRUZ’UN İKİNCİ GÜNÜ (27 Ağustos 1922)
Bugün, 4 ncü Kolordu Cephesinde Erkmen Tepeleri, 1 nci Kolordu Cephesinde Tınaz Tepe’de şiddetli muharebeler olmuştu88.
Yunanlılar, Erkmen Tepelerinde karşı taarruz için Plastiras komuta¬sında üç alaya yakın kuvvet toplamışlardı. 2 nci kolordu bölgesinden geti¬rilen 26 nci Alay ve Afyon kuzeyindeki 12 nci Tümenden alınan iki ta¬burda bölgede kullanılacaktı.
4 ncü Kolordunun 5 ve 11 nci Tümenleri, hazırlık ateşini müteakip, sabahın erken saatlerinde, düşmandan önce, taarruza geçtiler. 11 nci Tümen, ihtiyattaki 12 nci Tümenden bir alay ile takviye edilmişti. Kolor¬du Komutanı Kemalettin Sami Bey, verdiği emirde “Bütün ordunun zafe¬rini temin etmek için 1310 rakımlı Erkmen Tepeleri mutlaka ele geçirile¬cektir” emrini vermişti.
4 ncü kolordunun iki tümeni karşısında üç alaydan fazla düşman kuvveti vardı. Saat 06.20 de Yarbay Hasbi Bey komutasındaki 34 ncü Pi¬yade Alayı düşman mevziîsine girmişti. Bu Alay, ihtiyattaki 12 nci Tümen’den 11 nci Tümen emrine verilmiş olan alaydı. Bu Alay’ın doğu¬da Ermenistan harekâtında da yararlılıkları vardı.
Saat 07.00’ye kadar, 5 ve 11 nci Tümenlerin birinci hattaki Alayları da düşman mevziîlerine girdiler. Kolordunun sağındaki 8 nci Tümenin bir alayı da Kurtkayası mevziîni zaptetti. Çekilen düşman dağlık ve sarp arazide mevziîlenmeyi başardı. Topçunun yeniden mevzilenmesi ve karı¬şan birlikleri düzenlemek için taarruz durduruldu.
1 nci Kolordunun 15 nci Tümeni, 2 nci Kolordunun 3 ncü Tümeni ve 23 ncü Tümenin 31 nci Alayı ile takviye edildi. Tınaz Tepe’deki yedi düşman taburuna karşı taarruz icra edildi. Saat 10.00’da Tınaz Tepe ve
gerileri tamamen işgal edilerek, düşman Sincanlı Ovası’na atıldı89.
Bugün saat 10.00 a kadar kat’î netice yeri olan 10 Km.lik sahada düşman mevziîleri yarılmıştı. En sağda Afyon’a taarruz eden 8 nci tümen de basanlar elde ettiği gibi Tınaz Tepe’nin solundaki 14 ncü Tümen’de Kılınç Arslan Belindeki başarılarını geliştiriyordu.
En solda Çekil Tepe’ye taarruz eden 57 nci Tümen henüz hedefine ulaşamamıştı. Buna üzülen Tümen Komutanı Reşat Bey intihar etti. Ölümünden biraz sonra saat 13.00’de tümen (Çekil Tepeyi) Çiğil Tepe’yi ele geçirdi. Ne yazıkki Tümen komutanı Reşat Bey bu zaferi göremedi. Bu olaya üzülen Gazi, “Yazık oldu çocuğa” diyecekti90.
2 nci Ordu cephesinde 61 nci Tümen Kazuçuran Tepe’sini, 17 nci Tümen’de Kırantepe-Dedesivrisi mevziîlerini işgal etti.
1 nci Ordunun 4 ncü Kolordusu sarp düşmanı takip ettikten sonra Afyon batısında konaklamış, 8 nci Tümen’de Afyon’u işgal etmişti.
1 nci Kolordunun 23 ve 15 nci tümenleri ile bu kolordunun emrine verilen 3 ncü tümen de Sincanlı Ovası’nda toplanmakta idiler, 14 ncü Tümen dağlardan bu ovaya doğru inmekteydi. 57 nci Tümen de küçük mukavemetleri kırarak ilerliyordu. Ordu’nun en solundaki 6 nci Tümen Albay Nazmi Bey’in komutasında Toklu Sivrisi’ne taarruza devam ediyor¬du. 5 nci Süvari Kolordusu Komutanı, düşman mevziîlerinin yanldığını öğrenince, İlbulak doğusuna doğru geniş bir çevirme harekâtı yapmaya karar verdi. İlk hedef olarak Akçaşehir Bakırcık platosunu tutacaktı91.
27 Ağustos Günü Yunan Hareketleri:
27 Ağustos’da başlayan şiddetli taarruzlar karşısında General Tirkopis durumun ağırlığını Başkomutan’a bildirerek, ihtiyattaki 2 nci kolordudan takviye istedi. 4 ncü Yunan tümeninin Erkmen Tepe’de bulunan sağkanadı tamamıyla çöktükten sonra, saat 11oo’de çekilmeye karar verdi. Halbu¬ki geri çekilme emrini beklemeden 1 ve 7 nci tümenler çekilmeye başla¬mışlardı ki, bundan sonra Trikopis bu tümenlerle irtibat kuramamıştır92.
Trikopis geniş ölçüde çekilmek istiyordu. Böyle bir hareket Yunan or¬dusunu imhadan kurtarabilirdi. Fakat 2 nci Kolordu Komutanı kuzeyden taarruz etmek emrini almıştı. Başkomutan da bu taarruzun yapılmasında ısrar ediyordu. Bu durumda Sincanlı Ovası’nın kuzeyinde ve batısındaki sırtlarda tutunmak gerekiyordu. Bu amaçla, Köprülü güneyi-Bal Mahmut-Düz Ağaç hattını tutmaya karar verdi.
Trikopis kuvvetlerini yeni mevziîde toplamaya çalışırken, Ordu’dan karşı taarruz emrini aldı. Saat 15.00’de yazılıp 20.000’de gelen emirde kaybedilen mevziîlerin ele geçirilmesi, Çobanlar istikametinde taarruz edil¬mesi isteniyordu. Eskişehir’deki 3 ncü kolordu cephesinde dört tabur bıra-kacak, 2 nci kolordunun doğusundan Bavurdu istikametinde ilerliyecekti. Karşı taarruz görevi alan 2 nci kolordu Komutanı karşı taarruz emrinin uygulanmasının mümkün olmadığını, akşama doğru çekileceğini bildiri¬yordu. Daha sonra gelen emirden Başkomutanında karşı taarruzdan vaz¬geçtiği anlaşıldı. Böylece taarruzun ilk gününden beri ilk defa Yunan Ko¬mutanları arasında görüş birliği sağlandı. Başkomutan verdiği emirde, İz¬mir istikametinde adım adım savunma yapılmasını istiyordu. Eskişehir’de¬ki kolordu, 15 nci tümenini Trikopis’in emrine gönderecek ve diğer kuv¬vetleriyle Bursa istikametinde çekilecekti93.
Komutanlarda Görüş Ayrılıkları:
Yunan komutanları, gün boyu süren anlaşmazlıkları sonunda, İzmir istikametinde çekilmek konusunda birleşmişlerdi.
Türk Ordu komutanları arasında da görüş ayrılıkları başlamıştı. Cep¬he yarıldıktan sonra 1 nci Ordu Komutanı, düşmanın yakın bir hatta top¬lanmasını önlemek için kuzeye doğru takibe karar verdi.
2 nci Ordu Komutanı Yunan Ordusunun büyük ölçüde bir çekilme yaptığına inanmıyordu. Eskişehir doğusundaki 3 ncü Yunan Kolordusu¬nun 2 nci Ordu gerisini tehdit eden durumda olması, Ordu Komutanını ihtiyatlı davranmaya sevk ediyordu.
Batı Cephesi Komutanı, düşmanın İzmir ve Kütahya istikametinde çekilmesine mani olmak amacıyla, 2 nci Ordu ile Kütahya, 1 nci Orduyla da Dumlupınar istikametini kapatarak, düşmanı çember içine almaya ka¬rar verdi. Bu amaçla hazırlanan emir Başkomutan’a arz edildi ve onayı alındı.
Bu emrin tatbik edilebilmesi için, her iki Ordu birliklerinin yanlara doğru kaydırılması gerekiyordu, ancak, 1 nci Ordu Komutanı saat 15.20’de Emirlerini yazarak birliklere göndermişti. Bu birlikler kuzeye doğru harekete geçtikten sonra bunların batıya doğru kaydırılmaları çok zor olacaktı.
2 nci Ordunun süratle hareket etmesini sağlamak için Batı Cephesi¬nin emirleri doğrudan kolordulara verildi.
Batı Cephesi’nin Emri 1 nci Orduya geldiği zaman, birliklerin bir kıs¬mı harekete geçmişti. Bu emrin birliklere ulaştırılması da zaman alıyordu. Eğer Batı Cephesi’nin emri 1 nci Ordu Birlikleri harekete geçmeden gelseydi. Yedi Yunan tümeni çembere alınmış olacaktı94.TAARRUZ’UN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ (28 Ağustos 1922)
2 nci Ordu düşman mevziîlerine girmişti. Ancak, düşmanın gece batı¬ya çekildiğini kestirememişti. 1 nci Ordunun yeni emri gereği, 4 ncü Kol¬ordu Aiyon-Boyalı, 1 nci Kolordu Köprülü güneyi-Kırka, 23 ncü tümen Köprülü güneyinde 3 ncü tümen Bal Mahmut, 14 ncü tümende Ayvalı yakınlarına kadar sokulmuşlardıki, Trikopis’in verdiği emre göre, bu mevzilerin Yunan kuvvetleri tarafından işgal edilmesi gerekirdi. Süvari kolor¬dusu da düşman deresinde Düz Ağaç-Eğret istikametinde yürüyordu95.
28 nci tümen 28 Ağustos sabahı, Köprülü güneyinde 4 ncü Yunan tümeni ile bir tesadüf muharebesi yaptı. Yunan tümeni, emniyet tertibi almadığı için baskına uğradı ve ağır zayiat verdi.
2 nci Süvari Tümen Komutanı Yarbay Zeki Bey (Tümgeneral Zeki Soydemir) iki süvari alayı ile, Eğrette geceyi geçiren 9 ncu Yunan tümeni¬ne yaptığı baskın bir cüret ve cesaret örneğidir. 2 nci Yunan Kolordu Ko¬mutanı Diyenis’de Eğret’te bulunuyordu. 9 ncu tümen hiç muharebeye girmediği için ve dolgun mevcutlu, olduğundan, 2 nci süvari tümeni mümkün olan tesiri yaptıktan sonra Ulucak’a doğru çekilmiştir.
2 nci Ordu; mürettep süvari tümeni ile, Diğer güneyi, 61 nci tümen¬le ihsaniye batısına, 4 ncü kolorduyla Gazlı Göl bölgesine vardılar. Düşman mukavemeti olmadığı halde birlikler 15-20 Km. yürüyüş yapımış-lardı. 10 Km. daha yürüselerdi Resul Baba Dağ kuzeyindeki düşmanla te¬mas edeceklerdi. Böylece, 29 Ağustos sabahı, doğudan 2 nci Ordu, güney¬den 1 nci Ordu tarafından kuşatılmış olacaktı. Batıda süvari baskınında böyle bir durumda yapılması, 29 Ağustos günü kat’î neticenin alınmasını sağlayacaktı.
2 nci Ordunun yavaş hareketi, ihtiyattaki 2 nci kolordunun kısa yol¬dan Sincanlı Ovası’na yürütülmeyerek, Afyon’a getirilmesi ve Batı Cephesi Emrinin geç alınması, düşmana çekilme fırsatı vermiştir96.
2 nci kolordu Afyon’dan Resul Baba Dağı güney batısına, Afyon ku¬zey batısındaki 4 ncü kolordu Çat kuyu – Akşehir hattına, 1 nci kolordu Düzağaç – Tazılar bölgesine ilerlediler. Kolordular akşama kadarhedefleri-ne vardılar. Süvari kolordusu, Eğret baskınından sonra, Altıntaş güneyin¬de toplandı.
General Trikopis Sincanlı Ovası’nın kuzeyindeki sırtları General Frangos’un emrindeki 1 ve 7 nci tümenlerle tutarak, bunun himayesinde diğer tümenlerini İlbulak Dağı üzerinden Dumlupınar’a doğru çekmek istiyor¬du. Bunun yapılabilmesi için General Frangos’un 28 Ağustos günü emredilen mevziîde savunmaya devam etmesi, diğer beş Yunan tümeninin de büyük molalar dışında gece gündüz yürümesi gerekiyordu.
Birlikler panik içinde çekildikleri ve süvari kolordusunun baskısı altın¬da olduklarından, emredilen mevziî de savunmaya devam etmesi, diğer beş Yunan tümeninin de büyük molalar dışında gece gündüz yürümesi gere¬kiyordu.
Birlikler panik içinde çekildikleri ve süvari kolordusunun baskısı altın¬da olduklarından, emredilen mevziîde savunmaya devam etmesi, diğer beş tümenin Köprülü baskını cephede büyük bir gedik açmış, Bal Mahmut ve Ayvalı güneyinde bulunan Plastiras ve Lufas müfrezeleri batıya çekilmiş¬lerdir. Süvari akınları nedeniyle, bu düzensiz çekilmeler, 1 ve 7 nci tümenlere de sirayet etmiş, bu durum karşısında, General Frangos, saat 15.00’de Dumlupınar mevziîne çekilmeye karar vermiştir. Bu kararın tatbi¬ki kolay değildi. Ancak talih generale yardım etti. Süvari Kolordusu daha geniş bir kuşatma için yanlız 1 nci tümeni bırakarak diğer iki tümeni ile gece kuzeye doğru hareket etti. Bu hareket duruma ve Ordunun maksadı¬na uygundu. Eğer, 1 nci Kolordu, ilk emre göre önce kuzeye doğru yürüyerek vakit kaybetmeseydi, kestirme yoldan Dumlu istikametinde gi¬derek, Frangos Grubunun geri çekilme yolunu kesecekti.
General Frangos, süvari kolordusunun açık bıraktığı sahadan Dumlu¬pınar istikametinde çekilmeyi başardı. Kendisine diğer tümenlerden yedi-sekiz tabur katıldı. Böylece üç tümene yakın bir kuvvet kurtulmuş oldu. Bunlar, Dumlupınar güneyindeki iki Yunan tümeni ile de birleşeceklerdi.
General Frangos’un Dumlupınar mevziîsine çekilmesi, İzmir istikame¬tini kapatmak açısından yararlı olmuştu. Ancak, İlbulak Dağı’ndaki Gene¬ral Trikopis Grubunun güney kanadı açık kalmıştı. Bununla beraber 2 nci Ordunun yavaş hareketi ve 1 nci Ordunun da cephe değiştirmesi, ona Dumlupınar’a kadar çekilme fırsatı vermişti. Onun İlbulak bölgesinde gecelemiyerek 10 Km.lik fazla bir yürüyüş yapması, kendisini selamete götürebilirdi.
Yunan yazarları, Trikopis Grubunun batı yürüyüşüne, yerinde say¬mak diyorlar. Biz de onun Eğret-Ulucak-Çatkuyu bölgesinde gecelemesine gaflet uykusu diyeceğiz97. Trikopis raporunda gece yürüyüşleri için klavuz bulamadığını ve gece yürüyüşlerinde birliklerin birbirlerine karışmaların¬dan çekindiğini yazmakta ise de, bu ciddi bir mazeret olamaz. Ancak, Trikopis, General Frangos’tan kendi güney kanadını koruyacağını ümit et¬miş olabilir. General Frangos’un da birden bire Dumlupınar’a çekilmeyerek, bunu yapması gerekirdi.
TAARRUZ’UN DÖRDÜNCÜ GÜNÜ (29 Ağustos 1922)
28-29 Ağustos gecesini beş tümenle Eğret-Çat-Ulucak bölgesinde geçi¬ren General Trikopis, tümenleri saat 02.00-04.00 arasında yürüyüşe geçire¬rek, Dumlupınar mevziîni tutmak istiyordu. Ancak, verilen hareket saatleri geç idi. Trikopis’in en uzaktaki 13 ncü tümeni Dumlupınar’a 35 Km., en-yakındaki tümeni olan 9 ncu tümeni ise 25 Km.mesafede idi. Hareketin tanziminde Türk taarruzları, arazinin dağlık ve yolların bozuk olması da dikkate alınmalıydı. Kuzeyde Beşkarış Höyük’te bulunan Türk Süvarisi ile, güneyde Küçükköyde bulunan Türk Kuvvetleri arasında 15 Km.lik bir boşluk vardı ki, beş Yunan tümeni bu aralıktan geçecekti98.
Yunan Ordusu güç durumdaydı. Ancak, şans onlara yardım ediyor¬du. Beşkarış Höyük-Kürtköy bölgesindeki süvari kolordusu çok yorgundu. 4 ncü kolordunun durumu siklet merkezi ile düşmanın geri çekilme hattı¬nı kesmeye elverişli değildi. Trikopis, 4 ncü kolorduya karşı iki tümenle yanları koruyarak, diğer üç tümenini Aslıhanlar bölgesine geçirebilirdi.
Trikopis böyle yapmadı. Yürüyüş kollarını batıya doğru yürüteceğine, onlara güney batıya doğru istikametler verdi ki, bunlardan bir kısmı, Türk kuvvetlerinin içinden geçecekti.
2 nci Türk Ordusu, Trikopis’in kuzeyine Altıntaş-Beşkarış hattına ilerliyordu. Bugün Ordu 30 Km. yürüyüş yaptığı halde, düşmanla temas sağlanamadı. Eskişehir’deki 3 ncü Yunan Kolordusuda Bursa istikametin¬de çekiliyordu98a. 1 nci Ordu; 4 ncü kolordusu ile, General Trikopis Gru¬bunun geri çekilme hattını kesecek şekilde taarruz etmeye, 1 nci kolordu¬su ile Dumlupınar mevziîndeki General Frangos Grubunun Uşak istika¬metinde geri atmaya karar verdi. İhtiyattaki 2 nci kolordu, Balmahmut-Düzağaz istikametinde ilerleyecekti.
4 ncü kolordu, batıya doğru yanaşarak kendi solunda bir siklet mer¬kezi yapacak yerde, bir tesadüf muharebesine tutuşarak, siklet merkezini solda değil, sağda kurdu. Durum gelişip, düşmanın batıya doğru çekilmek istediği anlaşıldığında zaman geçmişti.
1 nci kolordunun 14 ve 57 nci tümenleri Dumlupınar’a yaklaşırken, güneydeki Toklu Sivrisi’ne taarruz eden 6 nci tümen, buradaki 38 nci Yu¬nan Alayının geri çekilmesini sağladı. Hasıl olan tehlikeli durum karşısın¬da General Frangos saat 16.00 da gerideki Kaplanğı mevziîne çekilmeye karar verdi. Plastiras Arpagediği mevziîni muhafaza ediyordu”.
BAŞKOMUTAN MUHAREBESİ (30 Ağustos 1922)
20-30 Ağustos gecesi sabaha karşı Batı Cephesi Harekât Şube Müdürü Tefîk Bey, o saate kadar gelen raporları harita üzerine işaretle¬yip, Cephe Komutanı İsmet Paşa’ya gösterdi. O da derhal Tefık Bey’i Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdi. Harita’dan durumu tetkik eden Gazi, Düşmanın, kuşatılmış olduğunu gördü. Derhal Fevzi ve İsmat Paşaları ça¬ğırttı. Durum tekrar incelendi ve saat 06.30’da yeni emir yazıldı. Ancak durum okadar mühim, o kadar sürat ve şiddete ihtiyaç gösteriyorduki, bu durumu yazılı emirle yürütmek mümkün değildi. Onun için, Gazi Fevzi Paşa’yı Altıntaş güneyinden hareket eden 2 nci Ordu ile bunun batısında bulunan süvari kolordusuna giderek, konuşulduğu gibi harekatı düzenle¬mesini söyledi. Kendisi 1 nci Ordu karargahına gitti. İsmet Paşa’da karar¬gahta kaldı 10°.
29 Ağustos günü İlbulak Dağından Dumlupınar istikametinde yürüyen Trikopis kuvvetleri (Beş Tümen) güneyden 4 ncü kolordunun ta¬arruzuna uğrayarak akşama kadar muharebe etmeye mecbur olmuştu. Akşam muharebeyi keserek Dumlupınar istikametinde çekilecekti. Ancak 23 ncü tümen tarafından Dumlupınara giden geri çekilme yolu kesilmiş, Dumlupınar mevziîni tutan General Frangos Grubuda 1 nci kolordu kar¬şısında 10 Km. geriye çekilmişti. General Trikopis Grubu, Kızıltaş Vadi-sinden Gediz istikametinde çekilebilirdi. Ancak, bu dağyolu motorlu ve te¬kerlekli araçların geçmesine uygun değildi. Yürüyüş tertibinin alınması için uzun bir zamana ihtiyaç vardı. Ayrıca, süvari kolordusuda bu dağyolunu geride kesecek durumdaydı.
Batı Cephesi Komutanlığı, 2 nci Ordunun, 6 nci kolordusu ve 61 nci tümeni ile kuzeyden, 1 nci Ordunun takviyeli 4 ncü kolordusu ile güney¬den, General Trikopis Grubunu kuşatmak istiyordu. Süvari kolordusu da Kızıltaş vadisini kapatacaktı.
Düşmanın imhasını amaçlayan planın tatbikine ancak öğleden sonra başlanabilmişti. Çünkü, 2 nci Ordu birlikleri 20 Km. uzakta idiler ve 4 ncü kolordunun 12 ve 3 ncü tümenleri, gece yansına kadar muharebe et¬mişti, yorgundu. Birlikler birbirlerine karışmıştı. Bunların yeniden tertip ve tanzimi için zamana ihtiyaç vardı. Bundan başka, 4 ncü kolordunun karşısındaki düşman, 29-30 Ağustos gecesi batıya çekilmiş olduğundun kolordu ancak 30 Ağustos saat 12.00 den sonra taarruz edebilirdi.
Bugün 2 nci Ordu birlikleri 20 Km. yürüyüşten sonra saat i4.oo’de muharebe meydanına yetiştiler. 6 nci kolordunun 17 nci tümeni ihtiyatta bırakıldı. Bu tertip, batıdan düşmanı kuşatmaya elverişli değildi. Batı’daki 61’nci tümene daha dar cephe vermek ve ihtiyatı da bunun gerisinde bu¬lundurmak gerekirdi. Sonuçta düşmanı batıdan kuşatmak görevi İşören üzerinden ilerleyen iki süvari bölüğüne kalmıştı ki, bu zayıf kuvvet düşma¬nın gece çekilmesine mani olamazdı.
1 nci Ordu, Aslıhanlar’daki 23 ncü tümenide emrine vererek beş tümenli yaptığı 4 ncü kolorduya, Trikopis’i batıdan kuşatacak tarzda taar¬ruz vazifesini vermişti. 4 ncü kolordu Çalköyden Karaağâç’a kadar 10 Km.lik bir sahadan taarruz edecekti. Düşmanı batıdan kuşatmak ve onun çekilmesine mani olmak için kuvvet çoğunluğunun sol kanatta(batıda) ol¬ması gerekirken, böyle bir siklet merkezi yapılmayarak, tümenlere 2-2,5 Km.lik cepheler verildi. İhtiyat merkezi bir vaziyette tutuldu101.
Muharebe saat I4.oo’de başladığı halde, 3 ve 5 nci tümenlerin hedef¬lerine uzak olmaları, taarruzlarını geceye bıraktı. 11 nci tümen, güneş bat¬madan evvel Çal Köy’ü ele geçirdi. 16 ve 5 nci tümenler, düşmanı cephe¬den sıkıştırıyorlardı. 5 nci tümen, saat 19,30’da Küçük Adatepe’yi elegeçirdi. Bu tazyikler karşısında düşman, yığın halinde Büyük Adatepe’ye doğru kaçıyordu. Bu yığınları, kuzeyden 61, güneyden 3 ncü tümen kav¬rayacaktı. Bu iki tümen arasındaki 1 Km.lik açıklık kapatılamadığı için Trikopis 8.000 kişiye yakın bir kuvvetle firar etmeyi başardı.
Bugün öğleye kadar karşı karşıya bulunan iki tarafın yetkili Komu¬tanları 23 ncü tümen komutanı Halis Bey ile Yunan Ordu komutanı Trikopistir. önce Trikopis’in hatıralarına sonra Ömer Halis Bey’in kurmayı olan General Fahri Belen’in hatıralarına bakalım.
Trikopis’e Göre 30 Ağustos Muharebesi:
“30 Ağustos sabahı Adatepede’ki toplanma bölgesi, Aslıhanlar güneyi istikametinden etkili olmayan topçu ateşine maruzdu. Bu nedenle, toplan¬ma bölgesinin emniyetini sağlamak amacıyla birkaç bataryanın mevziîlenmesini, güney ve doğu istikametlerine ateş açmasını ve 13 ncü tümenden, doğudaki tepenin cephe, doğu ve güney olmak üzere işgal edilmesini iste¬dim. Topçular, düşmanın muhtemel mevziîne ve Aslıhanlar’dan gelen süvari müfrezesine (23 ncü tümenin süvari bölüğü) birkaç mermi attılar ve bunları dağıttılar!102.
Trikopis yazısına şöyle devam ediyor:
“Erzak bitmiş bulunuyor, bilhassa piyade cephane noksanı hissediliy¬ordu. 9 ncu tümen de cephane tamamen bittiğinden diğer tümenlerden ikmal edildi. Hiçbir tümen ve kolordunun telsizi çalışmıyordu. Bir taraf¬tan bana verilen İzmir’e kadar, araziyi adım adım savunmak görevinin ya-pılması, diğer taraftan bizden ayrılan 1 ve 7 nci tümenlerin (Frangos Gru¬bu) Dumlupınar sırtlarında olduğunu düşünerek sağ kanadımla mümkün olursa bu tümenlerle irtibat tesisi, eğer bu tümenler Dumlıpınar’da bulu¬nuyorsa, onlarla işbirliği yapmak maksadıyla Çalköyü’nün güney ve doğu¬sundaki sırtları tutmaya karar verdim”
“Yürüyüş başlayınca kuzeyden ve doğudan düşman ateşi (11 ve 16 ncı tümenler olacak) başladı ve düşmanın ilk piyade kolları görüldü. Bu durum üzerine muharebeyi kabule mecbur oldum.”
“Muharebe pek şiddetli başladı. Uzun yürüyüş derinliğindeki ordu ve kolordu bağlı birliklerinde düşman topçusu müthiş tahribat yapıyordu. İh¬tiyat tamamıyla eridiğinden, muhtelif birliklerden ve ağırlıklardan bir ihti¬yat teşkil ettim. Güneyden, kuzeyden ve batı istikametlerinden bizi kuşat¬mak üzere düşman kollarının ilerlediğini görünce, elde piyade olmadığın¬dan, derhal bulunduğum mevkinin batısında direkt destek dağ topçusunun mevziîye girmesini ve düşmanı ateş ile püskürtmesini emrettim.”
“Saat 17.00 ye doğru Plastiras’ın Dumlupınar’da bulunduğuna dair rapor geldi. Banaz istikametinde birliklerimi şevke karar verdim. Plastiras müfrezesinin Hasan Dede Tepe’sinde bulunmasından yararlanarak, iyi durumda olmaları gereken 1 ve 7 nci tümenlerle irtibat sağlar, birliklerin cephane ve erzak noksanlarını da ikmal edebilirdim. Ancak, muharebenin ceryanı esnasında düşman güneyden kuşatarak, bizi Bağnaz’a götürecek istikamet üzerinde ilerliyor ve geriçekilme hattımızı kesmesi mümkün görünüyordu.” Trikopis, Bağnaz istikametinde çekilme emri verdikten sonra, saat 18.00’de Yunan birliklerinde panik çıktı. Yunan topçusu tama¬men sustuğu gibi, Türk topçusuda ağır zayiat verdirmeye başladı. Panik bütün birliklere sirayet ederek, derin vadi içinde büyük karışıklık çıktı. Fi¬rarileri toplamak için sarf edilen gayretler neticesiz kalıyordu. Morali yükseltmek için sancağın açılmasıda yarar sağlamadı. Topçu erleri koşum hayvanlarına binerek firar ediyorlardı. Saat 20.30’da kolordu karagahı da batıya doğru kaçan firariler arasına katılmıştı103.
Trikopis bugün de gereksiz duraklamalar nedeniyle felaketini hazırla¬mıştır. 30 Ağustos sabahı adatepelere gelen ilk kuvvetiyle Kızıltaş boğazını tutmalıydı. Kızıltaş Boğazı tutulduktan sonra, burada savunmak veya çe¬kilmek Frangos Grubu’nun durumuna bağlıydı. Bu durumda ağır topçu ve motorlu araçları feda etmeleri, Kızıltaş Vadisi’ni daha geride kapatan Türk süvarileri ile muharebe etmek zorunluluğu vardı. Kütahya’dan Ge¬diz’e girmekte olan 15 nci Yunan tümeninden bu konuda yardım sağla¬nabilirdi.
Bütün bu işlerin yapılması için erken karar vermek ve hiç zaman kay¬betmemek gerektiği halde, Trikopis’in sık sık karar değiştirdiğini ve bir kararı tatbik edilirken diğer kararın onu bozduğunu görmekteyiz.
Yunan komutanlarının raporlarında kuvvetlerinin az olduğunu bildi¬rerek kendilerini mazur göstermek ve hataları astlarına ve erlere yüklemek meyli görülmektedir. Hemen ifade edelimki, Yunan askerleri, fena sevk ve idare içinde kendilerine düşen görevleri yapmışlardır.
Başkomutan Muharebesi saat 14.00 de başladı. 23 ncü tümen Aslıhanlar bölgesinde taarruza başladığı ve güneş batmasıda yaklaştığı bir sı¬rada, uzun bir yürüyüş kolu göründü. Bu, Albay Kazım Bey (Orgeneral Kazım Orbay) komutasındaki 3 ncü tümen idi. Kolordunun emrine göre 3 ncü tümen, şu anda 23 ncü tümenin taarruz ettiği Adatepe’ye taarruz edecekti. 23 ncü tümen, Arpagediği üzerinden Kızıltaş Vadisi’nde düşman geri çekilme hattını kesme görevini almıştı. İki tümen komutanı (3 ve 23 ncü) kısa bir görüşmeden ve durum muhakemesinden sonra, vazifelerini değiştirmeye karar verdiler104.
Başkomutan muharebesinde, gecikmeler ve taktik hatalar nedeniyle gündüz 5 nci Yunan tümeninin bir kısmı ile, 9 ncu tümen komutanı Al¬bay Gordikos müfrezesi, gece de Trikopis komutasında 7-8 bin kişilik bir kuvvet çekilmeyi başardı. Trikopis ile çekilen kuvvetlerden bir kısmı (4 ncü tümen komutanı Dimaras, 12 nci tümen komutanı Kalidopulos ko¬mutasında 2.000 kişiye yakın bir kuvvet) 1 Eylül’de ve Trikopis’in yanında kalan 5-6 bin kişilik kuvvetde 2 Eylül de ele geçirilmişlerdir. Bu başarıda, süvari kolordusunun kuşatıcı bir tarzda kullanılmasının ve 1 nci kolordu-nun süratle Uşak istikametinde ilerlemesinin tesiri vardır105.
Dağlara çekilmeye mecbur edilen düşman, bütün motorlu ve tekerlek¬li araçlarını, cephane ve malzemenin çoğunu muharebe meydanında terk etmişti. Yunan kaynaklarına göre, 1oo’den fazla top, 250 motorlu araç bı¬rakılmıştır.
Başkomutan muharebesini yanlız Adatepe’de ceryan eden hareketler¬den ibaret sayanlar için, alınan netice pek parlak değildir. Ancak muhare¬beyi yanlız Adatepe’deki taktik hareketlerle değil, kuvvetleri kat’î netice yerinde toplayan, süvarileri gerilerde saldıran parlak bir stratejik harekât olarak kabul etmek gerekir. Gazi’nin dediği gibi bu, bir “Rum Sındığı” dır.
BAŞKOMUTAN MUHAREBESİ’NİN NETİCELERİ
31 Ağustos sabahı muharebe meydanı düşmanın bıraktığı toplar, ağır silahlar, motorlu araçlar ve malzeme ile dolu idi. Düşmanın 2.000’den faz¬la ölü bıraktığı anlaşılıyordu. O kadar da esir alınmıştı. Yaralılar, ağır ya¬ralı olupta yolda ölenler hesaba katıldığında, düşman zaiyatı 8.000’e yak¬laşıyordu.
Mustafa Kemal Paşa gördüğü manzarayı şöyle anlatır:
“Muharebe meydanını dolaşırken ordumuzun kazandığı zaferin büyüklüğü ve buna karşılık düşman ordusunun duçar edildiği felaketin dehşeti beni çok duygulandırdı. Karşıki sırtların gerilerindeki bütün vadi¬ler, bütün dereler, bırakılmış toplarla, otomobillerde, sayısız donatım ve gereçlerle bu kalıntıların arasında yığılar teşkil eden ölülerle, toplanıp ka¬rargahımıza sevk edilen sürü sürü esir kafîleleriyle hakikaten bir kıyamet gününü hatırlatıyordu. Bu kadar şiddetli ateş ve saldırı çemberinden bugün için kurtulabilenler birkaç bin kişilik kılıç artığından ibaretti. Fakat onlar da daha büyük Türk çemberinin içinden çıkmaya muaffak olamıyarak başlarında Başkomutanları olduğu halde beyaz bayrak çekmeye mec¬bur olacaklardı.”106
Evet bu muharebe alanı sadece hezimete uğramış, mahvolmuş bir or¬dunun mezarı olmayıp aynı zamanda beş yüz yıl önce ebediyyen tarihe gömülmüş bir imparatorluğu hortlatmak ameliyle isterik bir Bizans ve Elenizm rüyası görenlerin (Megali İdea) de mezarı olmuştu.
Yunan Ordusunun Durumu:
5 nci Yunan Tümenini, bir kısmı, tümen komutanının emrinde Kızıltaş Deresi’nden Gediz istikametinde çekilmekte idi. 9 ncu Tümen komu¬tanı Gordlikos komutasındaki bir kısım kuvvetler de 5 nci Tümene katıl¬mak üzereydi.
Trikopis 8.000’e yakın bir kuvvetle, Frangos Grubu ile birleşmek üze¬re Keçiler-Yüyülük istikametinde yürümekte idi. 4 ve 12 nci Tümen ko¬mutanlarının bulunduğu 2.000 kişilik bir kol, Sarp dağlardan kuzeye ve Kızıktaş Vadisi’ne dönmüştü ki, bu kolun önemli bir kısmı 1 Eylül’de esir edilmiştir. Küçük Asya Mağlubiyeti isimli kitab, bu çekilmeleri şöyle ifade etmektedir. “Birlikler Murat Dağı’nın korkunç tepeleri üzerinden alın ya¬zısı ölüme iniyorlardı”107.
General Frangos Grubu 31 Ağustos sabahından itibaren 1 nci Kolor¬du karşısında Uşak istikametinde çekilmeye başlamıştı.
Trikopis’in emrine girmek üzere Dumlupınar istikametinde yürüyüşe geçen 15 nci Yunan tümeni, Dumlupınar yolu kesildikten sonra, Uşak’a yürümek emrini almış ve bu amaçla, Alayont’a gelmişti.
Eskişehir batısındaki 3 ncü Yunan kolordusu henüz mevziîde bulu¬nuyordu. Bu kolorduya da Eskişehir üzerinden Bursa istikametinde çekil¬me emri verilmişti. Sonuç olarak, Başkomutan meydan muharebesinde beş tümene yakın bir kuvvetin büyük bir kısmı imha ve esir edilmiş, diğer kısmıda dağlara atılmıştı. 15,5 ve 9 ncu tümenlerin birer kısmı Gediz isti¬kametinde, General Frangos emrindeki güney Grubu da (Üç piyade, bir süvari tümeni + yedi tabur) Uşak istikametinde çekiliyordu. Bu kuvvetle¬rin birleşmesi, yeni bir mukavemet hattı yaratabilirdi.
Türk Ordusunun Durumu:
Kocaeli Grubu (Bir tümen ve üç müfreze) Bilecik genel istikametinde, 11 nci Yunan Tümenine Taarruza devam ediyordu. Gruba toplıyabileceği kuvvetlerle İzmit Gölü-Gemlik Körfezi arasından Bursa istikametinde düşman gerilerine taarruz etmek vazifesi verildi. Burada kazanılacak başa¬rı, üç Yunan kolordusunu güç durumda bırakabilirdi. Ancak, Grubun bu maksatla toplayabileceği kuvvet, altı piyade taburu, bir miktar topçu ve süvariden ibaretti.
Güneyden aynı maksatla Kütahya-İnönü istikametinde sevk edilen mürettep süvari tümeni 30 Ağustos’ta Kütahya’yı ele geçirmişti. 31 Ağus¬tos günü bir piyade tümenide Altıntaş kuzeyinden Kütahya istikametinde yürütülmüş ve bu iki tümen 3 ncü kolordu komutanı, Albay Şükrü Naili Bey’in emir ve komutasına verilmişti.
2 nci Ordu (16, 17 ve 61 nci tümenler) kuzeyden Gediz’e doğru hare¬ket emrini aldı. Bu Ordu duruma göre Gediz üzerinden Uşak’a, düşman Uşak’ta mukavemet etmediği takdirde Kula istikametinde ilerliyecekti108.
1 nci kolordu, bütün gücüyle General Frangos (Franko) Grubunu Uşak istika metinde kovalamakta idi. 31 Ağustos öğleye kadar Çal-Aslıhanlar-Dumlupmar bölgesinde üç kolordu toplu bir halde idiler.
Önemli Bir Karar Safhası:
Başkomutan Bursa istikametinde çekilen kuvvetleri imha etmekle be¬raber, bütün orduyu İzmir istikametinde yürütmek kararını vermişti. Düşmanın beş piyade ve bir süvari tümenine yakın bir kuvveti İzmir ge¬nel istikametinde çekiliyor, dört tümende Eskişehir-Bursa bölgesinde bulu¬nuyordu, İzmir istikametinde çekilen kuvvetlerin, çekilmelerine ve toplan¬malarına meydan vermemek bakımından asıl kuvvetin İzmir istikametinde yürütülmesi çok yerinde bir karardı. İzmir siyasi bir hedef olmakla beraber, Yunan kuvvetlerinin İzmir’in batısında toplanabilmesi bakımından da askeri bir hedef olmuştu. Başkomutan’ın Ordularına Akdeniz’i hedef ver¬mekle beraber kuzeyde hedefin elde edilemediğini görüyoruz109.
Bursa-Eskişehir bölgesinde dört tümenden fazla ve muharebede sarsıl¬mamış 50000 kişilik bir Yunan kuvveti vardı. Bunun karşısındaki Türk kuvvetleri ise, iki piyade tümeni ile üç müstakil Alay’dan, 20000 kişiden ibaretti. Bunlara zayıf bir süvari tümeni ile 7.000 mevcutlu bir piyade tümeni ilave edilerek istenilen imha maksadına varılamazdı.
26 Ağustos’ta Eskişehir Grubu’nu pek az bir kuvvetle oyalıyarak Af¬yon’da üstün kuvvet toplamak suretiyle parlak bir başarı elde edilmişti. İz¬mir istikametinde ilerlerkende asıl ordunun kuvvetli olması yerinde bir tedbir idi. Ancak, güneyde Yunan ordusu mevcudunun yarıdan fazlasını kaybetmiş olduğundan, durum Kütahya-İnönü istikametinde üç tümenli bir kolordu kullanmaya müsaitti. 3 ncü kolordunun 61 nci tümeni güney¬de bırakılmıyarak, kendi kolordusu ile kuzeye yürüyebilirdi. 3 ncü kolor¬du ile Kocaeli Grubu’nun bir elden idaresi için 2 nci Ordu Komutan’ı kuzeyde yapılacak harekâtın başında bulunabilirdi’ı0.
Hakikatte yapılan hareketle, General Fahri Belen’in fikri arasındaki fark bir ordu karargahı ile bir tümen ilavesinden ibaret imiş gibi görünürse de General Fahri Belen bu tümenin çok büyük yararlar sağlıyacağı kanısındadır.
Kuzeyde muharebelerin kızıştığı sırada, oradan 41 nci tümenin de alı¬narak Kütahya üzerinden İzmir istikametinde yürütülmesi üzerine, kuzey¬deki Yunan kuvvetlerini imha için bir piyade ve bir süvari tümeni kalıyor¬du. Kuzeye yeterli kuvvet tahsis etmemenin ilk olumsuz neticesi bugün görüldü. 15 nci Yunan tümeni kendisine batıya doğru yol açmak için, 31 Ağustos sabahından itibaren Kütahya’daki süvari tümenine taarruza başla¬dı. 1 nci tümen de bölgeye ancak gece yetişebildiğinden, Yunan tümeni kendisine batıya doğru yol açmak için, 31 Ağustos sabahından itibaren Kütahya’daki süvari tümenine taarruza başladı. 1 nci tümen de bölgeye ancak gece yetişebildiğinden, Yunan tümeni geceden yararlanarak batıya doğru çekilmeyi başardı.
Bugünün önemli bir sorunuda ihtiyattaki 2 nci kolordunun vaktinde kullanılmamasıdır. Dumlupınar güneyinde Oturak-Paşacık-Çiftlik bölgesin¬de bulunan bu kolordunun sadece 4 ncü tümeni 1 nci ordunun emrine verilmişti. Muharebenin neticesi belli olduktan sonra bütün kolordunun 1 nci kolordunun güney kanadından General Frangos Grubunu kuşatacak şekilde kullanılması ile bu Grubun tamamen imhası sağlanabilirdi.
KAPLANGI MUHAREBESİ (31 Ağustos 1922) “110a
Dumlupınar’dan çekilen Feneral Frangos Grubu, Murat Dağı üzerin¬deki Hasan Dede Tepesi ile Kaplangı dağı arasında bir mevziîyi tutmuştu. 7 nci tümen Hacılar Tepesi, Plastiras Grubu Hasan Dede Tepesi, 1 nci tümen Kaplangı’da mevzilenmişti. Güneyde 2 nci tümen vardı.
1 nci kolordunun 57 nci tümeni, 30 Ağustos akşamı bu mevziîlerin önüne gelerek muharebeye başlamış ve Yunan 38 ve 44 ncü alayları Kap¬langı dağından atılmışlardı.
Trikopis Grubu’nun kendisi ile birleşebilmesi için, General Frangos’un Kaplangı Mevziîni tutması gerekiyordu. Bunu takdir eden General Frangos, ihtiyattaki 5 nci Alay ve 4 ncü Tümenin kendisine katılmış olan taburları ile gece taarruzu yaparak saat 22.30’da Kaplangı Dağı’nı aldı. 31 Ağustos sabahı 1 nci Kolordu taarruzlarına devam etti. Demir yolunun kuzeyinden 5 nci, güneyinden, 14 ncü tümen taarruz ediyor, 57 nci tümende Kaplangı’dan geriye atılmış bulunuyordu. Kaplangı güneyinden ilerliyen 6 nci tümende kuvvetli bir direniş ile karşılaşmıştı. Kaplangı’da dört alaya yakın yunan kuvveti toplandığı için durum kritikti.
Bu durumda şahsi tesirini göstermek için 1 nci kolordu komutanı İz¬zettin Paşa 57 nci tümenin yanına gitmişti. 1 nci Ordu ihtiyatı, 4 ncü tümeni 1 nci kolordu emrine vermiş, bu tümen, 57 nci tümenin gerisine getirilmişti. 14 ncü tümende kendi sol kanadında siklet merkezi yaparak 57 nci tümene yardım edecek tarzda tertiplenmişti.
Gün doğarken Kaplangı Dağı’na taarruz başladı. Şiddetli bir muhare¬beden sonra saat 08.30’da düşman perişan bir şekilde Uşak istikametinde çekildi. 57’nci tümen Kaplangı dağındaki kahramanlığı ile, Çiğil Tepe’de intihar eden komutanının ruhunu şadetti111.
Gece ve gündüz devam eden muharebelerden sonra, düşmanı şiddetle takip eden 1nci kolordu, 25 Km. yürüyüş yaparak Uşak doğusuna varmıştır ki, 1 nci kolordunun bugünkü harekâtı takdire layıktır.
31 Ağustos günü 1 nci kolordu bir zafer kazanmış, fakat büyük bir fırsat kaçırılmıştır. İhtiyattaki 2 nci kolordu güneyden paralel takibe geçirilseydi, Frango Grubu çok tehlikeli bir duruma sokulabilirdi. 1 nci kolor¬du komutanı İzzettin Paşa’da bunu orduya teklif etmişti. Ancak bu teklif kabul edilmemiştir. Batı Cephesi en geç 31 Ağustos sabahı 2 nci kolordu¬nun kullanılmasına karar vermeliydi. Ancak bu esnada İsmet Paşa Af¬yon’dan otomobil ile Dumlupınar’a gelmekte idi. Başkomutan, Genelkur¬may Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı’nın, öğle vakti Çal köyünde top¬lanarak kararlar aldıkları zaman 5-6 saat geçmişti.
Yunan Ordusunun Durumu:
General Frangos Dumlupınar mevziîne Çekildiği zaman kuvveti, 30000 piyade 2000 süvari ve 68 top idi. Bundan 5000 kişilik muharebe za¬yiatını düşersek, Trikopis ve 5 nci tümenden iltihak edenlerle Yunan güney Grubu 35-40 bin kişiydi. 7500 mevcutlu 15 nci tümen Gediz’e doğ¬ru çekiliyordu. Eskişehir-Bursa bölgesindeki kuzey grubunun kuvveti ise 50000’e yakındı.
Yunan Başkomutanı, bu kuvvetleri süratle İzmir batısında toplamaya ve memleket içinden de bir kaç tümen getirmeyi başarsaydı, İzmir doğu¬sunda bir meydan muharebesi verebilirdi. Ancak kuzey (Eskişehir) Grubu¬na bu akşamdan itibaren Eskişehir-Bursa istikametinde çekilme emri veril¬miş ise de bunun vaktinde İzmir bölgesine getirilmesi olanaksızdı. Eğer bu grubun büyük kısmı 29 Ağustos günü Kütahya da toplanmış olsaydı, Trikopis’in kurtulmasına yardım eder, bundan sonra da Gediz istikametinde çekilebilirdi112.
UŞAK MUHAREBESİ (1 Eylül 1922) “3 1 Eylül günü genel durum şöyleydi:
3 ncü kolordu, Mürettep süvari tümeni ve I nci tümenle İnönü’nde, 41 nci tümen Sabuncular’da idi. Eskişehir’deki 3 ncü Yunan kolordusu çekilmede geciktiği ve birliklerimiz seri hareket ettikleri takdirde, İnönü’de düşmanın geri çekilme hattı kesilecekti. Kütahya’da çemberden kurtulan 15 nci Yunan tümeni, Gediz istikametinde çekilmekte ise de 2 nci ordu birlikleri tarafından önlenmesi mümkün idi. Süvari kolordusu 2 Eylül’de Gediz’e varacaktı. Bu durumda kuzeydeki durum basanlar vadetmekte idi.
Güneyde, 1 nci ordu cephesinde, 2 nci kolordunun vaktinde kullanıl¬maması nedeniyle bir fırsat kaçırılmıştı. Bu yüzden, kolordular birbirlerini takip etmekte idiler. Uzun yürüyüş hedefi verilmesine rağmen, 2 nci kol¬ordunun Uşak’ta verilecek muharebeye yetiştirilmesi olanaksızdı. 31 Ağus¬tos günü Aslıhanlar bölgesinde istirahat eden 4 ncü kolordu ise ancak bugün Dumlupınar’dan Banaz istikametinde yürüyüşe geçirilmişti. Bu ne¬denle Uşak’ta Yunan güney grubuna taarruz etmek vazifesi yine 1 nci kolorduya düşüyordu.
General Frangos, Uşak’ın 15 Km. doğusunda Kabaklar-Elma Dağı hattını tuttu. 1 Eylül saat 12.00’den itibaren 1 nci kolordu taarruza başla¬dı. Akşama kadar devam eden muharebelerden sonra düşman Uşak batı¬sına atıldı.
General Frangos’un Uşak doğusunda bir günlük direnişi, Gediz yolu ile Uşak’a çekilmekte olan Yunan kolunun (5 nci tümenin iki alayı ve 9 ncu tümen komutanı Gordikos müfrezesi) kurtulmasını sağlamıştır. Bu kol, 1 Eylül akşamı Uşak kuzey batısına ulaştığı zaman, Frangos Grubu¬nun Uşak’tan çekilmeye başladığını öğrenerek, Güre üzerisinden Alaşe¬hir’e yürüyüşe devam etmiştir. Eğer Frangos Grubu Uşak’ta bir gün daha direnebilseydi, Murat Dağı’ndan Uşak’a doğru yürüyen Trikopis kolu da kurtulacaktı. Bu nedenle 1 nci kolordunun Uşak’ı kısa zamanda ele geçir¬mesinin önemi büyüktür114.
1 Eylül akşamı Ordu Komutanı Nurettin Paşa Uşak’a gelerek, 2 nci kolorduya da 1 nci kolordunun güneyinden düşmanı takip etmek vazifesi¬ni verdi. 1 nci kolordu, Kışla Dağı-Takmak hattı kuzeyinden, Kula; 2 nci kolordu da bu hattın güneyinden Alaşehir istikametinde ilerleyecekti. 1 nci kolordu ile birlikte hareket edebilmek için bütün gün yürümüş olan 2 nci kolorduya uzun bir gece yürüyüş yaptırılmıştır ki, buna da gerek vardı. Bu düzen alındıktan sonra Yunan kuvvetlerinin tutunması olanaksızdı. Duru¬mu takdir eden General Frangos düzensiz şekilde firar eden ve subaylara itaat etmeyen insan sürüsü ile düşmanla temastan kaçınılmasını gereğini Başkomutanlığa bildirmiş, Başkomutanlık da Buldan-Alaşehir hattı doğu¬suna çekilmeyi onaylamıştı.
GENERAL TRIKOPIS’IN ESİR ALINIŞI (2 Eylül 1922)
Başkomutan Muharebesi’nden sonra, bir gün istirahat eden 4 ncü kolordu, 1 Eylül’de Dumlupınar’dan hareket etti. 2 Eylül’de Uşak’a varan kolordu, Başkomutan Meydan Muharebesi’nde elinden kaçırdığı yorgun ve yaralı avını burada yakalayacaktı. Kolordu, iki kol halinde yürüyordu. 23 ncü tümen saat 15.30’da kol başı ile Uşak’a birkaç Km. yaklaştığı za¬man, şehirden muntazam geçmek için büyük mola verilmişti. Bir gün önce kurtarılan Uşak’ta askeri idare kurulmuş, yangınlar söndürülmüş, dükkanların bir kısmı açılarak normal hayat başlamıştı. 2 Eylül öğleden sonra Başkomutan ve Batı Cephesi Komutanı’da Uşak’a gelmişlerdir.
23 ncü tümen, Uşak doğusunda molada iken köylüler, düşmanın Cumburt’tan Uşak’a doğru ilerlediğini ve köyleri yaktığını haber verdiler. Dürbünle yapılan gözetlemelerde yangınlar ve dağdan ovaya kaçan köylüler görüldü. Bunun üzerine, Uşak’ta yapılan muharebede dağlarda kalan düşman artıkları olan bu kuvvetlerin üzerine bir müfreze gönderil¬di115.
Daha sonra tamamlayıcı bilgiler ve Batı Cephesi Komutanı’ndan emir alan 4 ncü kolordu komutanı, bütün kolordusunu düşman istikametinde yöneltti. Bu tertipler alınırken daha önce gönderilmiş olan müfreze, düşmanla temas etti. Trikopis başlangıçta savunma için emirler vermişse de birlikler bu emirlere uymamışlardır. Trikopis hatıralarında olayı şöyle anlatır: “Kol ertesi gün (2 Eylül) Karahisar güneyinde 1155 rakımlı tepeye vardığı zaman saat 16.00’da düşman süvarisinin ve gerisinden piyadenin ilerlediği (69 ncu alay müfrezesi) haber verildi” bu haberi alan Trikopis savunma için verdiği emirleri, aldığı tedbirleri anlattıktan sonra şöyle de¬vam ediyor: “Savunma ile görevlendirilen Albay Kaybali yanına gelerek, yeterli cephane olmadığını, askerlerin boş yere feda edildiklerini söyleyerek mevziî işgal etmediklerini bildiriyor. Bir borazan ile ateş kes işareti verdiği gibi, erler de mevziîlerini terk ediyorlar. Trikopis erlerin isyan ederek, ka¬lan mermilerini subaylara karşı kullanmak ihtarı karşısında “böyle acıklı bir vaziyette yaralı bir kalple” topların ve makinalı tüfeklerin tahribini emrettikten sonra, subaylardan erlerin isyanını ait yazılı bildiri alarak teslim bayrağını çektiriyor116”.
69 ncu alayın raporuna ve alayın öncü tabur komutanı yüzbaşı Nihat Bey’in, Fahri Belen’e anlattıklarına göre, olay şöyle olmuştur:
Öncü düşmana yaklaştığı zaman, düşman teslim olmak için yüksek rütbeli bir subay istemiştir. Yüzbaşı Nihay Bey kendisini tümen komutanı olarak göstererek görüşmelere başlamış ve teslim işlemlerini tamamlamış¬tır. Nihat Bey’in ilk aldığı esirleri, 25 üst subay, bir çok subay ve 1000 eri 23 ncü Tümen karargahına gönderdi. Hava soğuktu. İçlerinde kolordu, tümen, kurmay başkanları ve topçu komutanları bulunan yüksek rütbeli Yunan subayları, yanlarına gelen yüzbaşı, Nihat Bey’i görünce, “tümen komutanı geliyor.” diye ayağa kalktılar. Bu da Nihat Bey’in tümen komu¬tanı rolünü yaptığını gösteriyordu.
Esir generaller, 5 nci tümen tarafından 4 ncü kolordu karargahına ve sonra da Batı Cephesi komutanlığına gönderilmişlerdir. Batı Cephesi ko¬mutanı da bizzat Başkomutan’a takdim etmiştir.
Uşak’ta esir edilenler, Batı Cephesi’nin muharebe raporuna göre, Ge¬neral Trikopis, 2 nci Kolordu komutanı General Diyenis, Kurmay Başka¬nı Albay Yuvanis, 13 ncü Tümen Komutanı Albay Vandelis ile 120 subay ve 3000 erdir117.
İZMİR YOLLARINDA TAKİP HAREKETLERİ Eylül’ün 4 ncü gününe kadar:
3 ncü kolordu, 3 Eylül sabahından itibaren, İnönü’deki 3 ncü Yunan kolordusuna taarruz etti. Oyalama muharebesi yapan Yunanlılar, akşam Bozüyük sırtlarına çekildi. 4 Eylül’de artçıları ile Bozüyük’te Türk kolor¬dusunu oyalıyarak, Karaköy üzerinden ve Mezit Vadisi’nden kuvvetlerini çekti.
Kütahya’dan Gediz istikametinde çekilen 15 nci Yunan tümeni, 61 nci tümen tarafından Gediz kuzeyinde önlenmiş ise de Yunan tümeni, Si¬mav’a doğru yürümüş ve 61 nci tümen de onu bir müfreze ile takip et¬miştir.
4 Eylül akşamına kadar, i nci kolordu Kula’ya, 2 nci kolordu da Alaşehir’e, vardılar. 2 nci süvari tümeni Kula’ya, 3 ncü süvari tümeni Cevizli’ye ve Menderes müfrezesi de Nazilli’ye ulaşmıştı.
1 nci ordu birlikleri üç günden beri 30-45 Km.lik yürüyüş yapmışlar¬dı. Arazi dağlık, yollar bozuk olduğuna, düşman artçıları ile de muhare¬beler yapıldığına göre bu yürüyüşler normalin çok üstünde idi.
Kuzeyden Kula istikametinde ilerleyen süvari kolordusu ile, güneyden Cevizli üzerinden Alaşehir’e doğru yürüyen süvari tümeninin kuşatıcı du¬rumları, büyük basanlar vadediyordu. Bu tehlikeli durumu değerlendiren General Frangos, Yunan Ordu Komutanı’nın savunmayı emrettiği yerler¬de artçı muharebeleri yaparak, çemberden kurtulmak için süratle çekil¬mekte idi. Kısa bir duraklama bile onu felakete sürükleyebilirdi. Yunanlı¬lar Türk birliklerinin hareketini geciktirmek için, büyük ölçüde tahribat yapmakta idiler. Yanlız yolları, iaşe maddelerini değil, köyleri,şehirleri ya-kıyorlardı. Yolda halktan öldürülenler, binalara doldurulup topluca yakı¬lanlar, kuyulara doldurulan cesetler görülüyordu. Yunanlıların taktiği “Taş üzerinde taş, omuz üzerinde baş bırakmamak” idi.
İnönü’de 3 ncü Yunan kolordusunun geri çekilme yolları kesilmemiş, 15 nci Yunan tümeni de Gediz’de kurtulmuştu. Yunan güney muharebe grubu da muharebeyi kabul etmiyordu. Bu durumu dikkate alan Batı Cephesi Komutanlığı Bursa-Simav-Alaşehir istikametlerinde çekilen yedi Yunan tümeninin İzmir doğusunda toplanabileceğini, üç tümenin de Yu¬nanistan’dan getirileceğini tahmin ederek, Milne hattında veya İzmir do¬ğusunda muharebe verileceğini dikkate almaktaydı. Ancak, Yunan güney (Frangos) ve kuzey (3 ncü kolordu) Gruplarını aralarındaki çok uzak me¬safe nedeniyle İzmir önünde buluşmaları uzak bir varsayımdı.
Yunanlılar vaktinde hazırlık yapmak şartı ile ülkelerinde İzmir’e iki tümen getirmeleri, ancak İzmir’in doğusundaki geçitleri tutabilmeleri ile mümkündü. Düşünülen ve tahmin edilen meydan muharebelerinden önce, çok sarsılmış olan Frangos Grubu’nu bir an evvel yakalayıp imha etmek, takibin şiddetini kısmamak gerekirdi. 4 Eylül’de Frangos Grubu’nu yakalamak için bir fırsat çıktı. Ancak bu fırsattan büyük ölçüde yararlanıl¬madı118.
Kaçırılan Son Fırsat:
Yunan güney grubu, 4 Eylül akşamı büyük kısmı ile, Alaşehir doğu¬sunda bulunmakta, yancıları ile de kuzeyde Kula, güneyde Buldan istika¬metlerini korumakta idi. Süvari kolordusu, 4 Eylül sabahı Kula’y1 alarak, düşmanı kuzeyden, 3 ncü süvari tümeni de Alaşehir’i güneyden kuşatacak bir durumda bulunuyordu. 1 nci kolordu akşama kadar Kula batısına, 2 nci kolordu da Alaşehir doğusuna varmıştı. Bu durumda, Yunan kuvvetle¬ri Alaşehir’i savundukları takdirde her taraftan kuşatılacaklardı. Ancak ge¬ceden yararlanarak Yunan güney grubu alaşehir batısına çekildi.
Durum yine Yunan Grubu’nu kuşatmaya müsaitti. 5 Eylül günü 2 nci süvari Alaşehir batısına diğer süvari tümenleri de Salihli’ye doğru iler¬ledi. Yunan güney grubu, Salihli’ye doğru çekilirken Lüfas müfrezesi yürüyüş kolunun yanını korumaktaydı. Bu kuvvetli yancı, 2 nci süvari tümenini durdurmaya muaffak oldu.
1 nci süvari tümeninin öncü alayı bugün öğleden sonra Salihli’ye gi¬rerek düşmanın geri çekilme yollarını kesmişti. Bu alayın düşmanın büyük kısmının Salihli’ye doğru çekilmekte olduğundan haberi yoktu. Ağaçlar arasında zafer neşesi içinde istirahat ederken, düşman taarruzuna uğradı. Plastiras, kendi büyük kısmını, Salihli’den Ahmetli’ye yürütmeyi başardı.
Bu başarısızlıkta, süvari alayının, emniyet tetibi almaması kadar, 1 nci tümen büyük kısmının vaktinde yetişememesi ve 14 ncü tümeninde geç kalmasının tesiri büyüktür. Zayıf bir süvari alayı düşman öncüsünü dur¬durmayı başarırsa bile, geriden gelen büyük kısmı tutamazdı. İki süvari tümeninin geç kalması büyük bir fırsatın kaçmasına neden olmuştur119.
Muharebe başladığında süvari tümenlerinde, 3000 atlı vardı. Bu mik¬tarın muharebelerde daha azaldığı dikkate alınırsa, 20-25 bin mevcudu olan Yunan güney grubunun süvariler tarafından mağlup edilmesi bekle¬nemezdi. Ancak, düşmanın bugün akşama kadar oyalanması, 1 ve 2 nci kolorduların yetişmelerini sağlayabilirdi.
6 Eylül’de süvari kolordusu, Salihli batısında, Yunanlıların vaktiyle tahkim ettikleri Milne hattına taarruz etti. Yapılan taarruz sonucunda Milne hattının yanlız artçı kuvvetler tarafından tutulduğu anlaşıldı. Kısa bir direnişten sonra, bu artçılar, batıya doğru çekildi.
Bundan sonra süvari kolordusu, zayıf düşman mukavemetlerini kıra¬rak, 8 Eylül’de Manisa’ya vardı. Artık düşmanın İzmir’i savunmasına ola¬nak kalmamıştı. Menderes bölgesinden İzmir’e doğru çekilen kuvvetleri kurtarmak için savunmaya elverişli olan Menemen-Sabuncupınar-Nif(Kemal Paşa) geçitlerinde en az bir gün savunmada kalmak gerekirdi. Bunu yapmaya gücü yetmeyen Yunan güney grubu, 8-9 Ağustos gecesi İzmir güneyinden Urla yarım adasına çekildi.
Dumlupınar’dan sonra yapılan takip hareketleri, harp tarihinin en parlak hareketleri arasında yer alacaktır. Eğer takip, büyük bir sürat ve şedditle yapılmasaydı, Yunanlılar daha büyük ölçüde tahribat yaparak, Türk birliklerinin hareketini güçleştirerek, kuvvetlerini İzmir doğusunda toplamayı başarırdı.
Başkomutan Orduyu Ödüllendiriyor.
Başkomutan Muharebesi’nden sonra, komutanların ve subayların ödüllendirilmeleri ve terfi ettirilmeleri yerinde bir hareketti. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Mareşalliğe, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Kor¬generalliğe, yükseltilmişti 12°.
İZMİR’İN KURTULUŞU (9 Eylül 1922)
Başkomutan muharebesi büyük bir zaferle neticelenerek, Türk Ordu¬su İzmir istikametinde düşmanı takip ederken, 4 Eylül’de Milli Hükümet’e İstanbul’daki itilaf temsilcilerinden mütareke teklifi yapılmıştı. Başkomutan, bu teklifin Yunan ordusunu kurtarmak amacını güttüğünü değerlendiriyor, ve 10 Eylül’de İzmir’in alınacağını ümit ediyordu. Bu ne¬denle 10 Eylül’e kadar mütareke teklifi olursa şartların neler olacağını 5 Eylül’de telgrafla, Vekiller Heyeti’ne bildiriyordu. Bu şartların esasları; on beş gün içinde Trakya’nın tahliyesi, esirlerin iadesi ve Yunanlıların tahri¬batı tamir etmelerinden ibarettim.
Fransız kruvazörü Edgar Gine’den bizzat Başkomutan’a gönderilen telgrafta da İzmir’deki İtilaf devletleri konsoloslarına kendileri ile müzakerelerde bulunmak üzere yetki verildiği, görüşme yerinin ve gününün bildi¬rilmesi istenmekteydi. Buna karşılık, görüşme yerinin 9 Eylül’de Nif(Kemal Paşa) olduğu bildirildi. Mustafa Kemal Paşa Nife geldiği zaman 9 Eylül’de Türk süvarileri İzmir’e girmiş ve böylece, Türk ordusu Başkomu¬tanın vermiş olduğu Akdeniz Hedefine ulaşmış bulunuyordu.
İzmir’in işgalinde alınacak tedbirler 8 Eylül’de Nif te kararlaştırılmıştı. Şehrin işgaline 8 nci piyade tümeni tahsis edilmiş, Askeri valiliğe de 1 nci Kolordu Komutanı tayin olunmuştur.
9 Eylül sabahı, Sabuncu bel’den geçen 2 nci süvari tümeni Mersinli yolu ile İzmir’e yaklaşırken, 1 nci tümen de Kadifekale’ye doğru ilerliyor¬du. Ufak direnişler arasında İzmir’e giren Türk süvarileri Hükümet Konağı’na ve Kadife kaleye Türk bayrağını çektiler122.
2 nci Süvari Tümen Karargahı, Vilayet Konağı’na yerleşti. Bu sırada, Fransız savaş gemisinden gelen bir deniz subayı General Mürsel’i (1 nci Süvari Tümen Komutanı) ziyaret ederek bir emri olup olmadığını sordu. Komutan, “İzmir’e girildiğinin Ankara’ya bildirilmesini diledi ve teşekkür etti” Fransızların gönderdiği bu mesaj, Ankara, İstanbul ve Doğu Cephesi Komutanları tarafından alınmıştı123.
Anadolu Rumları İzmir’e kaçtıkları için şehrin nüfusu birkaç misli artmıştı. Binlerce perişan, yalınayak başı kabak, sivil Rum, kucaklarında eşyaları ve çocuklarıyla şehirde öyle dolaşıyordu. Bir zamanlar Rum top¬lumunun refah içinde Türklerle birlikte yaşadığı, ama şimdi Yunan ordu¬sunca yıkılan ve tümüyle yakılan köylerin duman kokulu yıkıntıları arasın¬da, geride bırakmış yaşlı Rum kadınları, ellerini göğe kaldırarak, İngiliz Başbakanı Lloyd George’u “Kako hrono nahis Corci” (Sana lanet olsun Corci) çığlıklarıyla lanetliyorlardı. Limandaki savaş gemilerinin hepsi mülteciler ile doluydu. Bundan sonraki birkaç gün içinde yabancı savaş gemileri ve şilepler İzmir’den 213480 erkek, kadın ve çocuğu alarak Yuna¬nistan’a ve Ege adalarına taşıdılar. İzmir’in dörtte üçü tüten bir harabe haline gelmişti. Fırsatçıların yağmalarına karşı şiddetli tedbirler alındı124.
8 nci tümen şehrin düzenini sağladıktan sonra, süvari kolordusuna Seydiköy bölgesindeki düşmanı yakalamak görevi verildi. Menderes’ten çe¬kilen ve 3 ncü süvari tümeni tarafından takip edilen bu düşman karşılana¬rak, 50 subay, 3000 er ve 4 top esir alındı.
Yunan birlikleri üç yerde çemberden kurtulmuştu. İzmir’den sonra da Urla yarımadasının coğrafi durumu onun çekilmesine yardım etti. Ga¬yet dağlık ve sarp olan bu yarımadanın Urla kasabası civarındaki boğaz 10 Km. genişlikteydi ve iki taraftan donanma ateşi altındaydı.
11 Eylül’de düşman Urla batısındaki Yağcı Dağı’ndan sonra da Ala-çatı sırtlarından atılarak 16 Eylül’de Çeşme kurtarıldı.
Yunan Ordusunun Anadolu’dan Çekilmesi:
13 Eylül’de Dikili’ye gelerek donanma himayesinde kuvvetli bir köprübaşı mevziî tutan 15 nci Yunan tümeni burada kendisini takip eden kuvveti durdurmuş, 2 nci süvari tümeni de yetişemediği için 13-14 Eylül gecesi vapurlara binmeyi başarmıştır.
6 Eylül’de Anadolu’yu terk etmek emrini alan 3 ncü Yunan kolordu¬su, oyalama muharebeleri yaparak çekilmeye başladı. 13 Eylül’den itiba¬ren Türk birlikleri Bandırma istikametinde çekilen 3 ve 10 ncu Yunan tümenlerini takip etmek için Karacabey istikametinde yürüyüşe geçtiler. Türk Birlikleri Bandırma doğusuna vardıkları zaman Yunan kolordusu Kapıdağı’nın dar boğazından da yararlanarak kuvvetli bir mevziî tutmuş¬tu. Denizden Yunan donanmasıda bu mevziîyi ateşi ile destekliyordu. Bu suretle taarruzları durduran 3 ncü Yunan kolordusu, 17 Eylül’de gemilere binmeye muaffak oldu. Türk topraklarını enson terk eden Yunan kuvvet¬leri bunlardı. 26 Ağustos’ta başlıyan muharebeler, 24 günde sona ermiş bulunuyordu. Afyon’dan İzmir’e kadar 10 gün yürüyüş ve 5 gün muhare¬be dahil olmak üzere 400 Km.lik mesafe 15 günde katedilmişti ki bu kar¬şısında düşman bulunmayan bir ordunun normal yürüyüş hızıdır.
İzmir’de Urla’ya Bandırma’da Kapıdağı boğazları ve bunları yan ateşine alan Yunan harp gemileri, Yunan kuvvetlerinin kurtulmalarına büyük ölçüde yardım etmişlerdir. Eğer bu uygun şartlar olmasaydı, Bandırma’dan ve Erdek’ten çekilen kuvvetlerin büyük kısımları yakalanabilir¬di 125.
Yunan Ordusunun Yenilmesinin Başlıca Nedenleri:
Anadolu’da mümkün olduğu kadar çok kuvvet bulundurması gerekir¬ken, İstanbul’u işgal etmek sevdasıyla, Anadolu’dan bir tümene yakın kuvveti Trakya’ya nakletti.
Yunan ordusu, Eskişehir-Afyon mevziîni ve demiryolunu muhafaza et¬mek için kuvvetlerini bu çok geniş cepheye dağıtarak, en hassas yeri olan Güney kanadını zayıf bırakdı.
Hacı Anesti, Yunan ordusunu 400 Km.uzaktan idare etmeye çalıştı. Verdiği emirler birliklere ulaşıncaya kadar taktik durum çok değişiyor, ve¬rilen emir anlamsız kalıyordu.
Hacı Anesti’nin kuzeyden yapmak istediği karşı taarruz kuvvetlerin vaktinde buna göre tertiplenmemesi ve ihtiyatların bir kısmını Trikopis ta¬rafından güneye alınması nedeniyle başarı vadetmiyordu.
Türk ordusunun katı netice yerindeki mevzilerden bir kısmını ele ge¬çirdiği zaman Trikopis’in elinde Türk taarruzlarını durduracak ihtiyat kal¬mamıştı. Bu durumda Hacı Anesti halâ karşı taarruz için İsrar ediyordu.
26 Ağustos akşamı Yunan ihtiyatları muharebe alanından çok uzakta idiler. Bu nedenle, kuvvetleri bir araya getirmek, ihtiyatlardan azami dere¬cede yararlanmak için Afyon mevziîndeki kuvvetler, kuzeydeki Resul Baba mevziîne çekilmeli, kuvvetler birbirine yanaştırılmalı, Afyon doğusuna kar¬şı taarruz yapılmalı idi.
Hacı Anesti’nin kuzeyde, Trikopis’in güneyde kullanmak istedikleri ihtiyatlar kullanılamadı, Güneyde üç buçuk Yunan tümeni oniki Türk tümeni ile karşı karşıya bırakıldı.
Adım adım savunma değil, geniş ölçüde bir çekilme harekâtı yapıl¬malıydı.
Geri çekilmede yürüyüş hedefleri daha uzun verilmeliydi126. Yunanistan’da ihtilal ve “İ Dhiki ton Eks-Altılar Mahkemesi”
İngiliz askeri uzmanlarının yardımıyla hazırlanmış olan Yunan savunma mevziîlerinin altı aydan önce aşılamıyacağı ileri sürülürken127, Büyük Türk Taarruzu ile ondört günde aşılmış olması, Yunanlılar’ın “Mikrasiatiki Katastrofi” diye adlandırdıkları “Küçük Asya Felaketi”ni getirmiş, bu da ülkede çalkantılara sebeb olmuştu. Perişan olan Yunan ordusunun güney kanadına bağlı birliklerden arta kalanlar Sakız ve Midilli adalarına kaçmışlardı. Bu birlikler Albay Nikolaos Plastiras ile albay Stilianos Gonatas ve Lemnos harp gemisinin128 kaptanı yüzbaşı Dimitrios Fokas’ın önderliğinde, Atina’daki hükümete ve özellikle kral Konstantin’e karşı ihti¬lal hazırlıklarına giriştiler. Ülkelerinin “Batı”dan tecrit edilmesinden ve -sırf bu yüzden meydana geldiğini öne sürdükleri- “Küçük Asya Felaketi”nden Konstantin’i sorumlu tutan ve bir triumvira şeklinde kurulan ihti¬lal komitesinin başkanı kıdemli albay S. Gonatas idi, ancak esas etki ve söz sahibi olan kişi albay N. Plastiras olup, yüzbaşı D. Fokas’ın pek fonk¬siyonu yoktu129. 10-23 Eylül 1922’de adalarda başlayan hareket, 26 Eylül’de Atina’da uçaklarla bildiri dağıttı. Kara ve Deniz subaylarıyla, Mi¬dilli ve Sakız halkı adına albay Gonates tarafından imzalanmış olan bildi¬rilerde kral Konstantin’in tahttan çekilmesi, 21 Mayıs 1922’den beri ikti¬darda olan koalisyonun başı Petros Protopapadakis’in130 istifa edip mecli¬sin dağılması isteniyordu131. Böylece, 26 Eylül 1922’de meclis dağıldı, hükümet istifa etti ve Konstantin’de yerini oğlu Yorgo’ya (II. Yorgo) bı¬raktı.
İhtilalciler Lemnos gemisiyle Sakız’dan ayrılıp kıt’a Yunanistan’ına hareket ettikten bir süre sonra, ihtilalin “liderleri” arasında Atina’ya varıl¬dığı zaman yayınlanması düşünülen diğer bildirilerde kimin imzasının bu¬lunacağı konusunda sert tartışmalar çıkmış, “ihtilal fılosu”nun komutanı Petropulakis aşın derecede sinirlenerek krizler geçirmiş ve zorla kamarası¬na kapatılmıştı132.
İhtilal komitesi Atina’da idareyi ele almadan önce, 26 Eylül’de dağı¬tılmış olan uçak bildirilerinin yarattığı otorite boşluğundan yararlanan ge¬neral Theodoros Pangalos, Atina’da tutuklu bulunan liberal (Venizelosçu) subayları serbest bırakıp bunları silahlandırmış, liberallerin yayın organı olan Eleftheron Vima gazetesine karargah kurarak, sabık hükümetin ileri gelenlerini, kralcı asker ve sivilleri tutuklatmıştı133. İhtilal komitesi 28 Eylül’de yönetimi ele alınca derhal Paris’te bulunan Venizelos’la temasa geçilmiş ve kendisinden müttefik devletler nezdinde Yunanistan’ı temsil et¬mesi istenmişti. Venizelos bunu kabul etmiş ve İngiltere ve Fransa’nın desteğine dayanan yeni bir toparlanma ve kalkınma yolunun tutulması ge¬rektiğine karar vermişti134.
Bu arada tutuklanmış olan Gunaris, Theotokis, Protopapadakis, Stratos, Gudas ve diğer “suçluların” yargılanmaları için özel bir askeri mahke¬me kurulmuştu. Ayrıca bir de soruşturma komisyonu oluşturulmuş ve ba¬şına general Theodoros Pangalos getirilmişti. Yapılan araştırma ve soruş¬turmalardan sonra 27 Kasım 1922’de general Aleksandros Othoneos baş¬kanlığındaki mahkeme, “vatana ihanet” suçundan, Küçük Asya Orduları Komutanı Hadzianesti (Hacı Anesti)yi, siyasilerden Gunaris, Stratos, Protopopadakis, Baltazzis ve Theokis’i idama, general Stratigos ile amiral Gudas’ı da ömür boyu hapse mahkum etmişti135. İdamlar, 1909 Gudi darbe¬sinin gerçekleştiği semtte, kurşuna dizilerek infaz edildi. Böylece “Küçük Asya Felaketinin sorumlusu sayılanlar ortadan kaldırılmış oluyordu136.
BÜYÜK ZAFER’İ HAZIRLAYAN NEDENLER Millet ve İç Politika:
Mustafa Kemal’in Nutuk’ta da belirttiği gibi, iç cepheye büyük önem vermiş, yurt içinde huzur sağlanmış, milletin meclise ve orduya güveni te¬min edilmişti.
Dış Politika:
1921 Ağustos’u ile 1922 sonuna kadar çok iyi ve dengeli bir dış politi¬ka uygulanmış, Türkiye’nin jeostratejik özelliklerinden azami yarar sağlan¬mıştır. Rusya’ya karşı gerçeklere dayanan bir siyaset izlenmiş, onlardan büyük ölçüde askeri yardım temin edilmiştir. İngiltere’nin kendi menfaat¬lerine aykırı girişimlerini onaylamayan Fransa ve İtalya ile derhal iyi siyasi ilişkiler kurulmuş, satın alma ve hibe yolu ile askeri malzeme temin edil¬miştir. İki cepheli savaşa hiç bir zaman fırsat verilmemiş, kuvvet tasarrufu ve siklet merkezi sağlayacak bir dış politika izlenmiştir.
Ordu:
Ordudaki subayların büyük çoğunluğu harp tecrübesine sahipti. Ülkenin karşısında olduğu durumun önemini kavramıştı. Yunan ordusu büyük bir moral çöküntüsü içinde iken, Türk ordusu pek çok sıkıntılara, yokluklara ve zahmetlere rağmen yüksek moralini koruyordu. Zafere olan inanç tamdı.
Emir Komuta:
Harp Prensiplerinden, Baskın ve siklet merkezi çok iyi kullanılmış, ge¬reken yerde ve zamanda yeterli kuvvet çoğunluğu sağlanmıştır.
Komutanlar:
Muharebe sahasında yapılan ve yapılamayan her şeyden komutan so¬rumludur. Yunan Başkomutanı Hacı Anesti cepheden 400 Km., uzaktan, İzmir’deki yatından muharebeleri idare etmeye çalışırken Mustafa Kemal Paşa cephedeydi. Oyunu kurallarına göre oynayan komutan Mustafa Ke¬mal idi. O, muharebelerde kat’î netice yerini iyi seçip, tasarrufu mümkün olan bütün kuvvetleri orada toplayarak kendisi de şahsi nüfusunu orada gösterirdi. Ordu da ve Millette Mustafa Kemal’in ne yaparsa, doğru oldu¬ğu, Onun hata yapmayacağı görüşü yerleşmişti. Genelkurmay Başkanı, Mareşal Fevzi Çakmak ve Batı Cephesi Komutanı Korgeneral İsmet İnönü, çok değerli komutanlardı. Tümen ve Kolordu komutanları, yaşları 35-40 arasında, Birinci Dünya Savaşı’nın değerli kurmayları idiler. Kur¬may olmayanlarda Birinci Dünya Savaşı’ndan genç yaşta tümen komutan¬lığına yükselmiş subaylardı. Karargâhlardaki kurmay heyetleri de büyük başarı göstermişti.
Topçu Birlikleri:
Büyük taarruz öncesi çok iyi bir eğitim safhasından geçen topçu bir¬likleri, düşman topçusu ile muharebede büyük basan sağlamıştır. Ateş desteğinden yoksun kalan Yunan piyadeleri savunma olanağı bulamamış¬tır.
Süvari Birlikleri:
Büyük bir cesaret ve fedakarlıkla düşman hatlarının gerilerine sark¬mayı başaran Türk süvari birlikleri, Yunan ihtiyatlarının hareketlerini ge¬ciktirmiş ve her görüldüğü yerde Yunan birliklerinde panik çıkmasına ne¬den olmuştur.
Büyük Taarruz ve Takip Harekâtında İki Tarafın Kayıpları:
Türklerin Kayıpları: Batı Cephesi’nde 26 Ağustos-18 Eylül 1922 tarih¬leri arasındaki kayıpları şöyledir:137
Subay ve % de oranı Er ve % oranı
Şehit 146 %1,7 2379 %1,2
Yaralı 378 %4,3 9477 %4,9
Hastanede yatan 21 %0,2 1900 %0,9
542 13829
Yunanlıların Kayıpları: Büyük Taarruz’un başlangıç tarihinden (26 Ağustos 1922) Batı Anadolu’da tek bir erin bırakılmadığı 18 Eylül 1922’ye dek verilen Yunan kayıpları şöyledir:
Tutsak sayısı: 20000 dir.
Ölü sayısı kesinlik kazanmamış olmakla beraber, Büyük Taarruz Harekâtı’nın başındaki toplam mevcudu ile, uğradığı büyük hezimetten sonra geri çekilen kuvvetlerden, Çeşme, Dikili, İzmir, Gemlik, Bandırma ve Er¬dek liman ve iskelelerinden Batı Anadolu’yu terk etmek zorunda kalan mevcutları arasında yapılan değerlendirme sonucu ortaya çıkan karşılaştır¬ması sonucun da, ölü sayısının tahmini bir hesapla 100000 in üstünde ol¬duğu anlaşılmaktadır.
BÜYÜK ZAFER SONRASI
General Harrington bir önlem olarak 9 Eylül’de bir albaya kuvvet ve¬rerek Türklerin tarafsız bölgeye geçmelerini engellemek ve Çanakkele’yi savunmakla görevlendirdi. İngiliz savaş gemileride yeni birlikler getirdiler. Aynı tarihte İstanbul’un Caddebostan-Büyük Çamlıca hattında savunma önlemleri aldılar, İngilizlerin aldıkları bütün bu önlemler Türk Ordusu¬nun kararını değiştirmedi. 18 Eylül’den itibaren Türk birlikleri Boğazlar üzerine yürüdüler ve İngiliz askeri, Yunan ordusunu onbeş günde yok edip, Çanakkale şehrinin 15 Km. yakına gelen Türk askeri ile karşılaştı. Türk birliklerine düşman ateş açmadıkça ateş açmaması emredilmişti. Harrington’da İngiliz birliklerine, Türk askeri ateş açmadıkça ateş açılma¬masını emretmişti l38. 23 Eylül’de Türk askeri Çanakkale yakınında Erenköy’de tüfekleri omuzlarında namlusu yere dönük asılı olarak İngiliz askerlerinin yanma geldi. İngiliz subayı Türk birliklerinin geri çekilmeleri¬ni istedi. Türk komutanı bu isteği red edince İngilizler çember içinde kal¬mamak için geri çekildiler. Taraflar arasında bir çatışma ihtimali varken Lloyd George Türkiye’ye karşı son kozlarını oynuyordu.
İngiliz Kabinesi 15 Eylül’de toplanarak, Çanakkale ve İstanbul’a doğ¬ru ilerleyen Türk ordusuna karşı kuvvet kullanılması kararı aldı ve mütte¬fikleriyle dominyonlardan yardım istedi. Bahriye Bakanlığı da bir bildiri yayınlıyarak, müttefiklerin, dominyonların ve Balkan Devletlerinin, Boğaz¬ların korunması için yardım istedi 139. Türklerin ne olursa olsun Avru¬pa’ya geçmesini engellemek ve Türk başarısının yarattığı üstün durumu ortadan kaldırmak kararında olan Lloyd George’un 14° çağrısına, ne müttefiklerinden ne de Balkan Devletlerinden olumlu yanıt geldi. Hiç kimse İngiliz politikası uğruna maceraya atılmayı istemiyordu. Fransa ve İtalya, Türkiye ile yapılacak diplomatik görüşmelere katılmayı kabul etti¬ler. 18 Eylül’de İstanbul’daki müttefik Devletler, TBMM temsilcisi Hamit Bey’e bir nota vererek, tarafsız bölgeye girilmemesini istediler. Fakat 19 Eylül’de Fransız askeri birlikleri Fransız Başbakanı’nın emriyle Çanakkale Boğazı’nın Anadolu yakasından Rumeli yakasına taşındılar. İtalya ise Türklere karşı savaşmayı red ettiğinden İngiltere yanlız kaldı. Müttefikler durumu görüşmek için 19 Eylül’de toplandılar. Fransa’yı Başbakan Poincare, İngiltere’yi Lord Curzon ve İtalya’yı Kont Sfortza temsil ettiler 14°. Paris’te bu görüşmeler sürerken, Fransız General Pelle İzmir’e gelerek M. Kemal ile görüştü. General Pelle, türk Birliklerinin tarafsız bölgeye girme¬melerini istedi. Mondros Mütarekesi hükümlerine göre, stratejik bölgelerin işgal altında bulunduğunu, TBMM Hükümeti’ni, Babıali’nin devamlı ola¬rak kabul edip, Türklerin tarafsız bölgeye girmemelerinde ısrar etti. M. Kemal Paşa, Müttefiklerin Mondros Mütarekesi hükümlerini en baştan beri çiğnediklerini, emperyalistlerin Yunanlıları Türklere saldırttığını, üç yıl Türk ulusuna zulüm yapılırken hiç seslerini çıkartmadıklarını sert bir şekilde hatırlattıktan sonra, Türkiye’nin tarafsız bir bölge tanımadığını, Türk ordularını durduramayacağını ve ateş kesin uzaması halinde ordula¬rını hareketsiz bırakamayacağını, Trakya dahil bütün ülkenin terk edilme¬sini istedi. Boğazlar konusunda görüşmeye hazır olduğunu bildirdi 141. M. Kemal Paşa İzmir limanında bulunan İtilaf Devletleri donanmasına bir nota vererek 24 saat içinde İzmir limanını terk etmelerini bildirdi. Donan¬ma bu notadan sonra “geldiği gibi gitti” 142
Paris’te Müttefik görüşmeleri sert bir hava içinde geçiyordu. Fransa, Edirne dahil bütün Doğu Trakya’nın Türkiye’ye verilmesini istedi. İtalya’da kendisini destekledi. İngiltere’nin savaş çıkartmak isteyen tutumu karşısında Fransa Başbakanı Lord Curzon’a çok sert bir konuşma yapa¬rak, İngiltere’yi yanlız bırakacağını bildirdi. İngiltere Fransa’nın bu isteğini 22 Eylül’de kabul etti ve hazırlanan notayı imzaladı 143. Hazırlanan nota 23 Eylül’de İzmir’de bulunan Başkomutan M. Kemal Paşa’ya gönderildi. Aynı gün Türk Birlikleri İngilizlerin tarafsız bölge dedikleri yerlere girip, Çanakkale’de İngiliz birliklerine iyice yaklaşmışlardı. Franklin Bouillon M. Kemal Paşa’ya başvurarak, durumun gergin olduğunu ve kendisiyle görüşmek istediğini bildirdi. General Harrington, Lloyd George’un kendisine gönderdiği emri işleme komayıp, İngiliz birliklerine silaha başvurulmasını emretti. 24 Eylül’de Yunanistan’da ihtilal çıktı. Kral tahtı bıraktı ve ihtilal mahkemesi kurularak, yenilginin sorumluları yargılanmaya başladılar. Sovyetler Birliği’de 24 Eylül’de İngiltere, Fransa, İtalya, Balkan Devletleri ve Mısır’a bir nota göndererek, Yakın Doğu’da çıkan ciddi soruna bugüne kadar büyük devletlerin katılmadığını hatırlatıp, olay büyürse, Avrupa’nın yeni sarsıntılarla karşılaşacağını hatırlatıp, bu sorunun çözümünün, Türk halkının, Türk ülkesine ve Boğazlara mutlak egemen olması ile çözülebileceğini, Boğazlar konusunun Sovyetler için önemini belirttikten sonra, Boğazlar konusunda Rusya’nın katılmadığı ve çıkarlarına ters düşen bir kararı kabul etmeyeceklerini bildirdiler 144. 25 Eylül’de Türk birlikleri İngiliz müstahkem mevkilerinin tel örgülerinin yanına kadar geldiler. 26 Eylül’de General Harrington, M. Kemal Paşa’ya bir telgraf göndererek, Türk birliklerinin tarafsız bölgeyi, görüşmelerin yaran için terk etmelerini istedi. M. Kemal verdiği yanıtta, tarafsız bölge tanımadığını, Türk ordusunun yenik Yunan ordusunu izlediğini, İngilte¬re’nin Yunan ordusu için tarafsız bölge ilan edemeyeceğini ve Yunanlıla¬rın yaptığı yıkımı hatırlatarak, Boğazlar konusunda Türkiye’nin her za¬man görüşmeye hazır olduğunu bildirdi. Bu arada Franklin Bouillon da M. Kemal Paşa ile görüşmek için 28 Eylül’de İzmir’e geldi, İzmir’de ikisi arasında kararlaştırılan esaslar çerçevesinde Türk ordularının Boğazlara doğru harekâtı durduruldu. M. Kemal aynı gün General Harrington’un ikinci mektubuna da yanıt vererek, Müttefiklerin İstanbul halkına uygula¬makta oldukları tedbirleri kaldırmalarını, Yunan donanmasının bir daha İstanbul’a gelmemesini istedi ve ileri harekâtın durdurulduğunu bildirdi. Müttefiklerin Paris’ten gönderdikleri notayı da 29 Eylül’de yanıtlayıp, as¬keri harekâtın durdurulduğunu fakat, Yunanlıların Edirne dahil bütün Trakya’yı hemen boşaltmalarını bildirdi. İngiliz kabinesi ise 29 Eylül’de toplanarak, Lord Curzon’un karşı çıkmasına rağmen, General Harrington’a bir telgraf göndererek, Türk askerlerinin tarafsız bölgeyi terk etmele¬rini, aksi takdirde, ateş açılacağını bildirir bir nota verilmesini istedi. Fakat Harrington bu emri yerine getirmedi. Barışın hazırlandığı bir sırada, yeni bir savaşı başlatabilecek bu emri uygulamamakla en akıllı yolu izledi. 1 Ekim’de Londra’ya yolladığı bir telgrafta emri niçin uygulamadığını açık¬ladı. M. Kemal Paşa ile Harrington arasında Mudanya’da bir konferans toplanması umudunun belirmesi üzerine İngiliz Kabinesi yeni hazırlıklara başladı U5.
İtilaf Devletlerinin kararsız tutumları, M. Kemal Paşa’nın tutarlı ve kesin davranışı sonunda, Türkiye’nin istediği oldu. İngiliz Kabinesi’nin Avrupa’yı yeni bir felakete götürebilecek olan sorumsuz politikası ve savaş girişimleri General Harrington’un gerçekçi davranışıyla başarısız oldu. M. Kemal ve Harrington’un anlaşmaları sonucunda 3 Ekim 1922’de Mudan¬ya’da Ateşkes görüşmelerinin başlaması kararlaştırıldı 146.
SONUÇ
Büyük Taarruz tam bir basan idi. Dahice planlanmış, her türlü olası¬lık göz önünde tutulmuş, büyük bir sabırla, dantel gibi işlenmişti. Gerekli olan her türlü askeri ve siyasi yollarla çok büyük gizlilik içerisinde, sebatla hazırlanılmış ve tam bir baskın sağlanmıştı.
Büyük Taarruz, yüzyıllar sonra Mohaç gibi bir imha savaşıdır. Türk Ordusunun önünden insan sürüleri şeklinde kaçan Yunan ordusu, rastla¬dığı her Türk köy ve kasabasını yakmış, taş üstünde taş, omuz üzerinde baş bırakmamıştır. Avrupalı ve Yunan medeniyeti mirasçıları olmadıkları¬nı, masum kadın ve çocukları öldürerek, yakarak ispat etmişlerdi. Yunan vahşetinin binlercesi belgelenmiş ve Batılılarca da kabul edilmiş iken Türk Askeri’ni lekeliyen tek belge yoktur 147.
İngiliz aslanı sayesinde taç giymeyi düşleyen çağdaş Bizans hayalleri, Megali İdea (Büyük Emel) tepe taklak oluyor ve bir daha doğmamacasına tarihe gömülüyordu. Osmanlı İmparatorluğundan yüzlerce yıl önce bölge¬de kurulmuş olan “İyonya Devleti”ni yeniden canlandırma hayalleri yok oluyordu 148.
300 yıldır bütün dünyaya hakim, saldırgan, mağrur ve üstün Avrupa ile Türkiye’nin ilişkileri değişiyordu. Türkler Avrupa’da yaşama hakkı ta¬nımayan, “Türkler Asya’dan gelmişlerdir ve Asya’ya dönmelidirler” diyen Avrupalı, tarih boyunca Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak için “100 Proje” hazırlamıştı. Dünya da hiç bir devlet böyle parçalanmaya hedef ol¬mamıştı 149. Avrupa dünyanın beyni, efendisi ve jandarması rolündeydi. “Hilalden kopan toprak hilale geri verilmez” biçiminde bir de haçlı formülü icat etmişti.
Mağrur Avrupa Sevr’i silahla dikte ettirmek için yollar aradı. General¬lere hesaplar yaptırıldı. Neticede 15000 mevcutlu 27 tümene ihtiyaç oldu¬ğu ortaya çıktı. Türkiye üzerindeki tarihi emellerini gerçekleştirmek için istediği fırsatın çıktığını sanan Yunanistan bütün kaynaklarını seferber ederek ancak 14 tümen çıkartabildi. Geriye 13 tümen kalıyordu. Bunları kim verecekti? İngiltere dahil hiçbir Avrupalı ülke bunu göze alamadı. Bu gerçeği M. Kemal daha 1919 senesinin başlarında görmüş ve stratejisini buna göre çizmişti. Batının asker mevcudu Türklere isteklerini kabul ettir¬mek için yeterli değildi. 300 yıllık çark artık durmuştu. Avrupa ilk defa duraklıyor, Ayaklanan bir millet karşısında acze düşüyordu 150.
Üzerinde güneşin batmadığı 1920’lerin gururlu, inatçı ve tutucu İngil¬tere’nin “Britanya dağlara hükmeder” sloganına karşı şimdi Büyük Zafer’den sonra Türkiye, “Türkiye Boğazlara hükmeder” sloganını kullanma¬ya başlamıştı. Büyük Britanya’nın yorgun aslanı, son defa zoraki olarak Bozkurt’a kükremişti. Ancak General Harrington’un gerçekçi ve akıllı tu¬tumu son anda çatışmayı önlemişti. Mustafa Kemal, ebedi düşmanı olma¬dığını ancak ebedi bağımsızlığından asla vazgeçmiyeceğini bütün dünyaya duyuruyordu.
M. Kemal ve ordusunun zaferi, bütün Müslüman dünyasını uyandır¬mıştı. İngiliz sömürgelerinden M. Kemal’e tebrik telgraftan geliyordu. M. Kemal’in başarısı birkaç sene sonra, başlayacak olan bağımsızlık hareketle¬rinin rehberi olacaktı.
Yunanistan’da Küçük Asya felaketinden sonra ihtilal olacak, felaket¬ten sorumlu olan altılar kurşuna dizilecekti. Prens Andrew bir İngiliz zırh¬lısı ile kaçacaktı. Yunanistan 1922 ile 1936 yılları arasında bir türlü istik¬rara kavuşamayacak, sayısız darbe teşebbüsleri ve ihtilallere sahne olacak¬tı .
Yeni Türkiye Cumhuriyeti, 1 nci Dünya harbinin mağlup bir devleti değil, kurtuluş savaşı yapmış ve bağımsızlığını kazanmış bir devlet olarak masaya oturacak ve siyasi, ekonomik ve askeri bütün haklarını geri alacak¬tı. Bu nedenle Türk tarihinde 30 Ağustos Zaferi emsalsiz bir başarının örneğidir. Parlak zaferlerle dolu olan Türk tarihinde Büyük Zafer’in apayrı bir yeri vardır. Bu eşsiz zaferin 70 nci yıldönümü Türk ulusuna kutlu olsun.1 Suna Kili; Türk Devrim Tarihi, 3. Basım, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1982, s. 105.
2 Suna Kili; a.g.e., s. 105.
3 Sabahattin Selek; Anadolu İhtilali, 8. Basım, Kastaş A.Ş. Yayınları, İstanbul, 1987, s. 707.
4 Atatürk’ün söylev ve Demeçleri (1906-1938), 2. Cilt, TTK Yayınları, Ankara, 1959, s. 495., Suna Kili; a.g.e, s. 108.
5 Sabahattin Selek; a.g.e., s. 707.
6 Utkan Kocatürk; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938, 2. Baskı TTK Ankara, 1988, s. 293.
7 İsmail Sosyal; Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, TTK Yayınları, Ankara, 1989, s. 36.
8 Sabahattin Selek; a.g.e., s. 685.
9 Moskova Andlaşması; 15. Madde “İşbu Türk-Rus Andlaşması’nda Güney Kafkasya Cumhuriyetlerine ilişkin hükümlere Türkiye ile bu Cumhuriyetler arasında yapılacak Andlaşmalarda uyulmasını zorunlu kılmak için, Rusya sözkonusu güney Kafkas Cumhuriyetleri katında gerekli girişimlerde bulunmayı yükümlenir.”
10 Kazım Karabekir; İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1960, s. 1002.
11 Sabahattin Selek; a.g.e., s. 689.
12 Salahi R. Sonyel; Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, TTK Yayınları, Ankara, 1991, s. 186.
13 Sabahattin Selek; a.g.e., s. 692.
14 Sabahattin Selek; a.g.e., s. 692.
15 Sabahattin Selek; a.g.e., s. 692.
16 Esat Uras; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Ankara, 1960, s. 718.
17 Nutuk; 1952 baskı, Cilt II, s. 620-625.
18 Ergün Aybars; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, 2. Baskı, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1989, s. 993.
19 Gotthard Jaeschke; Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, Mondros’tan Mudanya’ya kadar (30 Ekim 1918-n Ekim 1922), TTK Yayınları, Ankara, 1989, s. 141, 144.
20 S.İ. Aralov; Bir Sovyet Diplomatının Hatıraları (1922-1923), s. 72, 103., Selahi R. Sonyel; a.g.e., s. 190., Sabahattin Selek; a.g.e., s. 687.
21 Nutuk; Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1987, s. 437.
22 Ergun Aybars; a.g.e., s. 317.
23 Nutuk; Başbakanlık Basımevi, s. 440.
24 Kâzım Özalp; Milli Mücadele, 3. Baskı, TTK Yayınları Ankara, 1988, s. 228. Nutuk; Başbakanlık Basımevi, s. 441.
25 Nutuk; Başbakanlık Basımevi, s. 442., Kâzım Özalp; a.g.e., s. 228.
26Nutuk; Başbakanlık Basımevi, s. 432-433.
27Sabahattin Selek; a.g.e., s. 710., Ergun Aybars; a.g.e., s. 319-334.
28 Sabahattin Selek; a.g.e., s. 710., Ergün Aybars; a.g.e., s. 320
29 Şevket Süreyya Aydemir; Tek Adam, 4. Baskı, Cilt II, Remzi Kitabevi, İstanbul, s. 515
30 Utkan Kocatürk; a.g.e., s. 289.
31 Şevket Süreyya Aydemir; a.g.e., s. 516.
32 Sabahattin Selek; a.g.e., s. 711-712.
33 Utkan Kocatürk; a.g.e,, s. 288.
34 Nutuk; Başbakanlık Basımevi, s. 427.
35 Nutuk; Başbakanlık Basımevi, s. 429.
36 Nutuk; Başbakanlık Basımevi, s. 430-431.
37 Nutuk; Başbakanlık Basımevi, s. 431.
38 Nutuk; Başbakanlık Basımevi, s. 447.
39 Nutuk; Başbakanlık Basımevi, s. 448.
40 Nutuk; Başbakanlık Basımevi, s. 453.
41 Fahri Belen; Büyük Türk Zaferi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970, s. 14-15.
42 İsmet İnönü; Hatıralar, 1. Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1985, s. 273-275.
43 Sabahattin Selek; a.g.e., II. cilt, s. 712.
44 Kazım Özalp; a.g.e., s. 233.
45 Sabahattin Selek; a.g.e., II. cilt, s. 716.
46 Fahri Belen; a.g.e., s. 16.
47 Şevket Süreyya Aydemir; a.g.e., s. 517.
48 Utkan Kocatürk; a.g.e., s. 287, 320.
49 Fahri Belen; a.g.e., s. 12-13.
50 Sabahattin Selek; a.g.e., s. 717.
51 S.İ. Aralov; a.g.e., s. 103-104.
52 Fahri Belen; a.g.e., s. 12.
53 Murat Hatipoğlu; Türk-Yunan ilişkilerinin 101 yılı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, No: 85, Ankara, 1988., s. 136.
54 Fahri Belen; a.g.e., s. 8.
55 Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Dönemi, IV.ncü Cilt I nci Kısım, Gnkur Basımevi, Ankara, 1984, s. 483.
56 Türk İstiklal Harbi, II nci Cilt Batı Cephesi, 6 nci Kısım, 2 nci kitap, Büyük Taarruz, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1968, s. 3-7. Fahri Belen; a.g.e., s. 17.
57 Fahri Belen; a.g.e., s. 18.
58 Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: VI, Mart 1990, Sayı: 17. Sadi Borak; Mustafa Kemal Büyük Taarruz gününü bütün dünyadan nasıl gizli tuttu?, s. 381.
59 Sadi Borak; a.g.e., s. 388.
60 Utkan Kocatürk; a.g.e., s. 340.
61 Fahri Belen; a.g.e., s. 18-19.
62 Fahri Belen; a.g.e., s. 12., Batı Cephesi Büyük taarruz; s. 16., Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi; s. 484.
63 Fahri Belen; a.g.e., s. 14.
64 Fahri Belen; a.g.e., s. 15.
65 Fahri Belen; a.g.e., s. 19.
66 Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi; s. 484-485, Türk İstiklal Harbi; s. 13.
67 Fahri Belen; a.g.e., s. 20.
68 Fahri Belen; a.g.e., s. 21.
69 Fahri Belen; a.g.e., s. 22.
70 Fahri Belen; a.g.e., s. 23, Birinci Askeri Tarih Semineri, Bildiriler, III, Yayına Hazırlayan Nurettin Tursan; s. 94-95, Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi; s. 488, Türk İstiklal Harbi; s. 52-53.
71 Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi; s. 485.
72 Fahri Belen; a.g.e., s, 23.
73 Utkan Kocatürk; a.g.e., s. 335.
74 Fahri Belen; a.g.e., s. 27., Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi; s. 490-491, Türk İstiklal Harbi; s. 89.
75 Fahri Aykut; İstiklal Savaşında 4 ncü kolordu, Askeri Mecmua’nın tarih kısmı, Haziran, 1935, sayı: 38, s. 89.
76 Fahri Belen; a.g.e., s. 29.
77 Fahri Belen; a.g.c, s. 30., Türk İstiklal Harbi; s. 89., Türk Silahlı Kuvvetler Tari¬hi; s. 490.
78 İsmet İnönü; Hatıralar, Bilgi Yayınevi, 1 nci kitap, Ankara, 1985, s. 287-288.
79 Atatürk ve Büyük Zafer, Milli Kütüphane Atatürk Dokümasyon Merkezi, Ankara, 1972, s. 47-48., Hamza Eroğlu; Türk İnkılâp Tarihi, Ankara, 1990, s. 191.
80 Fahrettin Altay; İstiklal Harbimizde Süvari Kolordusu, İnsel Kitabevi, (İlk tabı 1925) s. 45-46.
81 Fahri Belen; a.g.e., s. 31.
82 Fahri Belen; a.g.e., s. 31.
83 Fahri Belen; a.g.e., s. 32.
84 Fahri Belen; a.g.e., s. 33.
85 Fahrettin Altay; a.g.e., s. 45-46.
86 Fahri Belen; a.g.e., s. 33.
* Frangos ismi diğer kitaplarda; Franco veya Franko olarak geçmektedir.
87 Fahri Belen; a.g.e., s. 34.
88 İzzettin Çalışlar; Sakarya’dan İzmir’e kadar 1 nci Kolordu, Askeri Mecmua’nın ta¬rih kısmı, 1932, sayı: 28, s. 50-59., Fahri Aykut; İstiklal Savaşında 4 ncü Kolordu, Askeri Mecmua’nın tarih kısmı, Haziran 1935, Sayı: 38 s. 94., Fahri Belen; a.g.e., s. 36., Türk Si¬lahlı Kuvvetleri Tarihi; s. 491.
89 Fahri Belen; a.g.e., s. 38.
90 Lord Kınross; Atatürk, Bir Milletin Doğuşu, Cev: Ayhan Tezel, Sander Kitabevi, İstanbul, 1966, s. 478.
91 Fahrettin Altay; a.g.e., s. 47-50.
92 Fahri Belen; a.g.e., s. 40.
93 Fahri Belen; a.g.e., s. 41., Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi; s. 491., Türk İstiklal Harbi; s. 142.
94 Fahri Belen; a.g.s., s. 42.
95 Fahrettin Altay; a.g.e., s. 51-52., İzzettin Çalışlar; a.g.e., s. 60., Fahri Aykut; a.g.e., s. 97. Fahri Belen; a.g.e., s. 43., Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi; s. 491.
96 Fahri Belen; a.g.e., s. 46.
97 Fahri Belen; a.g.e., s. 48.
98 Fahri Belen; a.g.e., s. 49.
98a Fahri Belen; a.g.e., s. 50.
99 Fahri Belen; s. 54.
100 İzzettin Çalışlar: a.g.e., s. 70., Fahrettin Altay; a.g.e., s. 54-55- Fahri Aykut; a.g.e., s. 104. Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi; s. 493., Türk İstiklal Harbi; s. 231.
101 Fahri Belen; a.g.e., s. 61., Türk İstiklal Harbi; s. 247-254.
102 Trikopis’ten nakleden Fahri Belen; a.g.e., s. 63.
103 Fahri Belen; a.g.e., s. 65.
104 Fahri Belen; a.g.e., s. 68.
105 Fahri Belen; a.g.e., s. 70.
106 Türk İstiklal Harbi; II nci Cilt, Batı Cephesi, 6 nci Kısım, 2 nci Kitap Büyük Taarruz (1-31 Ağustos 1922), Gnkur Basımevi, Ankara, 1968, s. 275.
107 Fahri Belen; a.g.e., s. 72.
108 Fahri Belen; a.g.e., s. 73.
109 Fahri Belen; a.g.e., s. 73.
110 Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi; s. 494, Türk İstiklal Harbi; s. 274-277. Fahrettin Altay; a.g.e., s. 55-65., İzzettin Çalışlar; a.g.e., s. 77, Fahri Aykut; a.g.e., s. 107. Fahri Belen, a.g.e., 74.
110a Fahri Belen; a.g.e., s. 75.
111 Fahri Belen; a.g.e., s. 76.
112 Fahri Belen; a.g.e., s. 77.
113 Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi; s. 496, Fahrettin Altay; a.g.e., s. 55-65; İzzettin Çalışlar; a.g.e., s. 83., Fahri Aykut; a.g.e., s. 112.
114 Fahri Belen; a.g.e., s. 79.
115 Fahri Aykut; a.g.e., s. 112-121., Fahri Belen; a.g.e., s. 81.
116 Trikopis’in hatıralarından nakleden Fahri Belen; a.g.e., s. 81.
117 Fahri Belen; a.g.e., s. 82.
118 Fahri Belen; a.g.e., s.87.
119 Fahri Belen; a.g.e., s. 89.
120 Fahri Belen; a.g.e., s. 90.
121 Utkan Kocatürk; a.g.e., s. 339., Fahri Belen; a.g.e., s. 92., Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk, Komutan İnkılapçı ve Devlet Adamı yönleriyle, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1988, İkinci Baskı, s. 404., Hamza Eroğlu; Türk İnkılap Tarihi, Yeni Baskı, Ankara 1990, s. 192.
122 Lord Kinross; a.g.e., 490-504., David Walder; Çanakkale Olayı, Milliyet Yayınları tarih dizisi, Cev. M. Ali Kayabal, İkinci Baskı, Haziran 1970, s. 210.
123 Cihat Akçakayalıoğlu; a.g.e., s. 404.
124 David Walder; a.g.e., s. 208, 214., a.g.e., Salahi R. Sonyel; a.g.e., s. 274., Fahri Be¬ len; a.g.e., s. 93.
125 Fahri Belen; a.g.e., s. 103.
126 Fahri Belen; a.g.e., s. 108.
127 Ziya Göğem; kurmay albay dadaylı Halit Bey(Akmansü), C.I, İstanbul, 1954, s. 130.
128 Lemnos, 1921 Haziran’ında kral Konstantin’i İstanbul’a getiren harp gemisi idi.
129 Gregor Manousakis; Hellas-Wohin, Godesberg, 1967, s. 123-124.
130 Michael Llewellyn Smith; Anadolu üzerindeki Göz, cev. Halim İnal, İstanbul, 1978,5.293,342,371.
131 Gregor Manousakis; a.g.e., s. 124.
132 Michael Llewellyn Simth; a.g.e., s. 339-340.
133 Gregor Manousakis; a.g.e., s. 124-125.
134 Michael Llewellyn Smith. a.g.e., s. 343.
135 “Altılar Mahkemesi” ve savunmalar için bkz. Gregor Manousakis; a.g.e., s. 126-127.
136 Murat Hatipoğlu; a.g.e., s. 139-141.
137 Türk İstiklal Harbi, C. II, Batı Cephesi, Ks. 6, Kit. 3, Takip Harekatı; Genelkur¬may Başkanlığı, Ankara, 1969, s. 5.
138 David Wander; a.g.e, s. 290-293.
139 Selahattin Tansel; Mondros’tan Mudanya’ya kadar C. IV, Ankara, 1978, s. 191-192.
140 Takip Harekatı; s. 40-41.
141 Ergün Aybars; a.g.e., s. 342-344.
142 Şevket Süreyya Aydemir; a.g.e., s. 578.
143 David Wander; a.g.e., s. 280-281.
144 Takip Harekatı; s. 40-48.
145 Takip Harekatı; s. 48-50., Selahattin Tansel; a.g.e., s. 203-204.
146 ErgünAybars; a.g.e., 345.
147 Bilâl N. Şimşir: İngiliz Belgeleri ile Sakarya’dan İzmir’e 1921-1922, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1982, İkinci Basım, 1989, s. 396-400.
148 Utkan Kocatürk; a.g.e., s. 332.
149 Bilâl N. Şimşir; a.g.e., s. 396-400.
150 Bilâl N. Şimşir; a.g.e., s. 396-400.
151 Murat Hatipoğlu; a.g.e., s. 141.
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-24/buyuk-zafer-oncesi-ve-sonrasi-ile