‘’İnsan yaşadığı yere benzer;
Yaşadığı yerin havasına suyuna taşına toprağına benzer.’’ der şair Edip Cansever.
Ne güzel tarif etmiş iki mısrada koca yürekli güzel insanları, Tavşancıl’ı görüp bilerek sanki…
‘’İnsan bu köyde ya şair olur ya da aşık.’’ demiştim köye geldiğim ilk zamanlar ama galiba ben yazar olmayı tercih ettim.
Bu güzel yerde insanların naifliği, nezaketi, zerafeti ve samimiyeti dikkatimi çok çabuk çekti. Sebep odur ki yazıma bu mısralarla başladım.
Köyü anlatırken o kadar duygulandım ki tarihin ve yaşamın iç içe geçmişliği hala ayakta durmaya çalışan eski dokusu beni hep hüzünlendirdi nedense. Köyün meydanından geçerken parke taşlar topuklu ayakkabımın topuğunu sıkıştırsa da tarihi dokuya edepsizlik etmemek adına hiç hayıflanmadım. Adeta tek tek basarak sayarak saygı duyarak yürüdüm buradan. Kaldırım taşlarının arasına sıkışmasına rağmen kendini yaşama adayıp hayata tutunan çiçekleri her sabah selamlayıp köye kattıkları güzellikler için bahçelerdeki tüm nebatata gülümsediğim de var. Bazı evlerin duvarlarına dokunup konuşmuşluğum hal hatır sormuşluğum da var, teneke bahçe kapılarındaki motiflerine ve işçiliklerine hayran kalmışlığım da…
Buram buram tarih kokan sokaklardan her sabah ciğerlerime çekebildiğim kadar çok çekerek okuluma görev yerime gelmişliğim olmuştur. Ve her sabah yolumu uzatıp yeni bir şey keşfetmenin heyecanıyla sokak sokak gezmişliğim de… Bu köyde geçirdiğim her günün anısına çantama her gün için bir tane düşen kozalaklardan sokuşturup zamanla odamda bir yığın halini alışına tanık etmişliğim de…
Sonra köydeki en beğendiğim evin önünde buluyorum her sabah kendimi. Yanmış ve yıkılmışlıktan geriye kalan duvarlar, pencere boşlukları ve en beğendiğim kapı, kapı dekoru motifi, süsü, oyması ve merdiven girişi ile büyülenmiş gibi öylece bakıyorum her sabah. Önündeki yabani erik fidelerinin rötüşlediği köhneliğini kendi viraneliğini hayal dünyamla tamamlayıp yeniliyorum ve sanki onu selamlamadan geçersem nankörlük edecekmişim gibi hissediyorum. Köyde ziyaretime gelen bir arkadaşım sohbet arasında şakayla karışık köyde çok eski ev var tadilattan geçirip restore etmek istesen sen hangi evi seçerdin dediği anda daha o lafını bitirmeden hemen bu evi söyleyiverişime şaşkınlıkla bakakalmıştı.
Her sabah ben işime giderken ekmek almaya giden yokuşun başında beni hep aynı yerde manzarayı izlerken bulan yaşlı amcam ile muhabbetimiz de onun o güzel aksanı da manzaranın güzelliği karşısında daha bir hoştu. Bu yokuştan hem köprüyü hem de sol tarafta ve karşıda muhteşem deniz ve köy manzarasını sabahın o duruluğunda denizin selamlayışını seyretmek paha biçilemez. Uzaklardan evlerin birinde radyodan kısık sesle sabah manzaraya eşlik eden ‘’Hasret Kaldım Gözlerinin Rengine’’ şarkısı da kulaklarınıza değiyorsa bir de mıhlanıp kalıyorsunuz oracıkta…
Bu yokuşun başından Hereke’ye doğru baktığımda sıra sıra bekleyen gemileri görünce insan savaş filmlerindeki donanma asker sevkiyatı yapıyor hissine kapılıyor. Buraların tarihte Osmanlı Ceneviz savaşlarına tanıklık ettiğini Cenevizlilerin de Osmanlıların da donanmalarına bu limanların ev sahipliği yaptığını öğreniyorum. Osmanlı donanmasının çoğu kez Tavşancıl’dan sefere çıktığını öğrendiğimde merakım gittikçe artıyor köye. Bir evin bahçe duvarına yaslanıyorum kaldırıma oturuyorum bu durumum Orhan Veli’nin İstanbul Türküsü şiirindeki mısraları çağrıştırıyor ve mırıldanmama sebep oluyor: ‘’Rumeli Hisarı’na oturmuşum; Oturmuş da bir türkü tutturmuşum…’’ Sabah güneşini buradan izlemek için bazı günler mesai öncesi geldiğim, akşam mesai çıkışlarımı uzatıp gün batımında köprü üstünden enfes renklere bürünmüş gökyüzünü ve deniz manzarasını görmek adına uzatmışlığım da doğrudur.
Köyde tanıştığım ve fırından evine kadar yol arkadaşlığı ettiğim yaşlı bir teyzemizden köyün şimdilerde yıkıntıdan ibaret olan ve öncesinde ağa evi olarak bilinen en eski ve en tarihi evinin olduğu yerin önünde ikimiz de hüzünle durup baktık. Teyzeden öğrendiğim kadarıyla köyün tarihi kalbi bu evde atarmış hep. Ve köy o kadar kalabalıkmış ki iki fırın varmış ve çarşılar hep capcanlıymış. Köy meydanında düğün güreşlerinin ve festivallerin yapıldığını ünlü milli güreşçilerin de bu köyden çıktığını da öğreniyorum.
Otobüs yolculuğum sırasında durağın adından fark ettiğim ve oralı birine sorduğum ‘’Bağlar’’ isminin aslında eskiden köyün bağlık bahçelik mevkisi olduğunu şimdilerde ise bozulmuş, orman ve bağ vasfını yitirmiş birkaç çalılıktan ibaret olduğunu üzülerek gördüm. Bir zamanlar padişah sofralarını lezzetlendiren uğruna üzüm festivalleri düzenlenen meşhur çavuş üzümü bağlarından ve kiraz bahçelerinden günümüze hiçbir şeyin kalmadığını görmek yürek burkuyor.
Sadece Ege’nin dağlarından ovalarından zeytin ve incir akmaz Tavşancıl’da da tüm yok edilmişliğe inat edercesine köy meydanındaki hurma ağacı bile gövdesinde zeytin incir fidanı büyütüyor.
‘’Sorma benim burada bu ağacın altında ne işim var.
Yıllarca rüzgarın değdiği yapraklardan çıkan uğultulu bir ıslık sesi var.
Sanırsın dallarında kurulmuş bir salıncak, tarihin yollarına gidip gelmişliğimiz var.’’
Altından her geçtiğimde bakmadan edemediğim o ulvi heybetli çam ağcının yüzüme ve ruhuma yansıyan duruşu beni geçmişe götürüp gamlandırmıştır. Meydana yakın ulu, asılardır var olan çam ağacı belki de nice buluşmaların, düğünlerin, derneklerin muhabbetlerin uğrak yeriydi bir zamanlar kim bilir… Eski Türk filmlerindeki aşıklar birazdan burada randevu saatinde buluşacaklarmış gibi bir hisle sessizce çekiliyorum ağaca bakıp gülümseyerek. O heybetli görüntüsünde, her bir dalında yaprağında ne hikayeler barındırmıştır, nice olaylara tanıklık etmiştir, zamana nasıl böyle dik durup göğüs germiştir ki ne mutlu ona… ‘’Değmen Benim Gamlı Yaslı Gönlüme’’ türküsü çınlıyor kulaklarımda ağacın gökyüzüne değen gövdesi altında…
Köyün hemen yukarı girişinden gelirken sağ kolda gözüme ilişen kümbet şeklinde hamam tarzında bir yapı dikkatimi çekiyor. Üzerine tavukların tünediği, toprak yığını şeklinde kapatılan ve horozların her sabah beni selamladığı bu yapı da ayrı bir renk katıyor köye. Özenle fırınlanmış minik tuğlalardan örülü bu yeri buruk bir tebessümle geçiyorum. Ve diyorum horozun heybetli duruşu sanırım bulunduğu yerden kaynaklı.
Dünyada mekan ahirette iman dedikleri bu sanırım. Evlerine verdikleri özeni o güzel dokuyu ima edercesine kendi öz zevklerini her bir eve ayrı ayrı nakşederek özenerek yapılmış evler.. estetik bir zevk ve dokunuşla muhteşem bir ustanın elinden çıktığı çok bariz muhteşem bir detay. Hemen her evde olan cumbalar ve çatı saçaklarının korkuluklarının ahşapla ve hünerli ellerle buluşması sonucu günümüze kadar görkeminden hiçbir şey kaybetmemiş müstesna dekorları…
Kapılar…Kapıyı çalanlar ve size kapıyı açanlar…Neşeli seslerin şen kahkahaları, efendi muhabbetleri, elinde süpürge kapı önü eşik muhabbetlerinin sesi kulaklarımda yankılandı adeta…
Böylesi tarihi mekanların kapıları da çok bebdebeli olur elbet. Öyle ki bu köyün evlerinde ilk dikkatimi çeken şeylerden biri kapıları idi. Çatılar ve cumbalarının gösterişi de kapı ile bütünleşiyordu. Kaç kez ve ne gerekçe ile defalarca vuruldu bu tokmak kimi çift kanatlı kimi tek kanatlı güzel kapılara söyle bir geçiyor hayalimizden.
Pencere önlerine dikilmiş envai çeşit çiçekler ve hemen kapı eşiğinde oturmaya müsait merdiven ve komşuların pencere önü muhabbetlerini getirdi gözümün önüne…
Bazı evlerin önünde rastladığım oyma taşlardan dibekler eskilerdeki kullanım alanından çıkıp şimdilerde hayvanların su içmesi için kullanılsa da bakınca o eski günlere gidiyoruz kendi köyüme götürüyor sanki beni.
Oldum olası isimlere hiç takılmam. Bu güzel muhitte de Ayşe Teyzeler, Ahmet Amcalar benim için sadece Tavşancıl’ın gönlü güzel insanları oldu.Adları da Tavşancıl’ın ‘’yerli’’leri oldu onların deyimiyle.Köyün göç almışlığını bile zarif bir ithamla dile getirip ‘’gelme’’ler olarak adlandıran yerli halk… Onlarla muhabbet ederken sadece yüreklerinin dilini dinledim esamelere dokunmadan.
Tavşancıl halkı benim için o kadar farklı bir yerde ki… Öyle ki evinin bahçe duvarını bir zamanlar köyün simgesi haline gelmiş çavuş üzümü ve kiraz motifli demir korkuluklarla çevirmiş olduğunu gördüğüm manzara boğazımı düğümledi. Bu manzarada bir sahiplenme, bir anımsatma bir var olup unutulmama çabası sezdim adeta. Ve köyünün mirasına böylesine sahip çıkan insanların öpülesi mübarek elleri geldi gözüme…
Köyün içinden geçerken tanıştığım tonton sevimli samimi bir teyzenin bana söz verdiği ve öğrendiğim kadarıyla köyün en meşhur lezzeti olarak bilinen mancarlı pidesini yemek bir türlü nasip olmasa da kendi kültürel birikiminin lezzetini içinde barındırdığına bir o kadar eminim…
Çok uzun yıllara dayanan 800 yıllık tarihi bir geçmişi olduğunu duyunca köye olan ilgim daha da bir arttı. Köyün adının ‘’tavşancıl’’ adlı bir kuştan geldiğini ve aynı zamanda eski Türk boylarından birinin de adı olduğunu da burada öğreniyorum.
İnsanı yaşadığı yere bağlayan toprağın üstünde yaşadıkları kadar aynı zamanda toprağın altında yaşattıklarıdır da… İşte Koca Yahya Kaptan’ın mezarı… Kuvayı Milliye’nin Kocaeli Bölgesi Kumandanı Yahya Kaptan 1920’de İstanbul Hükumetinin bu köye yaptığı baskınla öldürülüyor. Ve şimdilerde adı bölgede birçok yere verilerek ölümsüzleştirilmiştir.
Hayran hayran gezindiğim bu cennet muadili mekanın Yahya Kaptan’dan Hilmi Arıkan’a Talat Tekin’den ünlü nice kahramana araştırmacı, sporcu, sanayici iş insanı ve bürokrata yıllar önce buralarda yaşamış ünlü maliklerini de duyunca daha bir cezbetti burası beni.
Köyde dikkatimi çeken bir başka değer ise çarşı meydanı ve camisi oldu. Çarşı Camisi köyün tarihi dokusu içinde en muazzam eser. Yıllara meydan okumuş ruhunu hiç eskitmeden hala muhteşem bir huzur mekanı. Ve köyün estetik ruhuyla öyle bütünleşmiş öyle sarılmış ki halka çarşıdaki dükkanların canlılığına durak olmuş adeta.
Tarihi cami ve çeşmenin hemen yanında başlayan, sıra sıra uzanan uzun ve yüksek duvarları, camları ve vitrinleri ile şimdilerde kimi inmiş kimi kırılmış kepenkleri ile öylece kapalı kalakalmış bu dükkanlardan işleyenlerin sayısı modernize edilmiş haliyle bile üçü beşi geçmiyor.Kapı girişinden sonra üçgen bir şekilde detaylandırılmış dükkanın önünde sanki hala buyur eden bir nefes var bizleri… Parke taşlardan örülü yol boyunca sağlı sollu uzanan bu dükkanların esnaflık kültürü kim bilir nelere kimlere hitap etmiştir. Köyün bu dükkanlarından biri olan ve hala babadan oğula yıllardır aynı meslekle işleyen bakkal dükkanı da ayrı bir canlılık katıyor bu köye. Köydeki tek fırın da bu eski sokağın içinde modernize edilmiş tarihi ambiyansı ile hizmet etmeye ve sabahları tüm köye mis gibi ekmek kokuları yaymaya devam ediyor. Fırının hemen çaprazındaki kasap da köyün tarihi dokusu içinde yılların verdiği tecrübe ile üretime devam ederek köydeki yerini alıyor. Muhtarlık binası bile hala o eski günlerin kokusunu barındırıyor bünyesinde adeta.
Ayağınıza taş değse gözünüzdeki yaşı silen bir tavrı var cennet muadili bu güzel mekanın. Ne mutlu bana ki böylesi muazzam ihtişamlı bir tarih diyarındayım. Sükut içinde zamanı sessizce seyri alem eden ey görkemli Tavşancıl ne mutlu bana ki senleyim ve dilim döndüğünce hali beyanını ifadeye talibim.
10.01.2021
DURDANE YILDIZ
TAVŞANCIL MARSHALL ANADOLU LİSESİ OKUL MÜDÜRÜ